KADİR DAYIOĞLU

Tarih: 28.05.2025 12:04

MÂLUM PAŞA

Facebook Twitter Linked-in

Çok sevdiğim laflardan birisi; “İzahı olmayanın mizahı olur!”. Bir bakmışsın adam, aynı şeyi tekrarlayıp duruyor. Ne dediğini de anlamıyorsunuz. Bunun üzerine; “Bizim oğlan bina okur. Döner döner bir daha okur!”, dersiniz. Bu bir mizah… Olayı başka nasıl anlatacaksınız ki?

***

Dostlar burada “bina” bildiğimiz bina değil. “Emsile ve Bina, anonim olarak kaleme alınmış İslâm coğrafyasında kabul görmüş ve Osmanlı medreselerinde Arapça tedrisatın başlangıcında okutula gelen Sarf ilmine dair iki meşhur eserin adı!” Ufak bir anımsatma yapmak istedim. 

***

Mesela, çok değerli bir hocamız var, bir olayı anlatmaya başları. Anlatır, anlatır, anlatır… Sıkılırsınız… Bir türlü konuya gelmez. Baktınız iş uzuyor; “Hocam, şu Musa’yı bıraksan da İsa’dan başlasan olmaz mı!”, dersiniz…

***

“Musa’yı bırak İsa’dan başla!” sözünün nereden geldiğini anlatayım. Hoca efendi vaazında, Bedir Savaşı’nı anlatacak. Konu bu… Başlamış, Adem’den, anlatıyor anlatıyor, bir türlü konuya gelmiyor. Bunun üzerine, dinleyenlerden birisi; “Hocam şu siyeri kısa kesip, Musa’yı bırakıp, İsa’ya gelseniz olmaz mı?” diyor.

***

Daha öncesini, bilmiyorum… Bunu bilenler anlatsın. Hoca Nasrettin’den başlayıp gelen çok güçlü bir mizah kültürümüz/geleneğimiz var… Mizahçıların çoğunun “kodesler” de ömrü geçti… Bir kısmı da, “kelleyi verdi!” Ama bunları yıldırmadı, haleflerini de… 

***

Mesela, kelle verenlerden birisi şair Nef’i çok bilinenlerden. Kendisine kelp (köpek) diyen Müftü Tahir Efendi'ye karşılık verir;

“Tahir Efendi bana kelp demiş

İltifadı bu sözde zahirdir

Maliki mezhebim benim zira

İtikadımca kelp tahirdir”

***

Biliyorsunuz, Maliki Mezhebi’nde “köpek” temizdir. Burada, “iki anlamlı”, “tevriye” sanatı varmış. Bunu da Osman Sel Hocamızdan öğrendim. Tevriyeli olan da “tahir”, sözcüğü. Hem “müftünün” adı ve hem de “temiz”

***

Nefi'nin en mühim hicviyesi “Gürcü Mehmet Paşa” aleyhine yazdığı “Sihamı Kaza” yani “Kaza oku”. Rivayete göre, Nefi Dördüncü Murad'ın (1612-1640) huzurunda “Sihamı Kaza'yı” okurken, saraya yıldırım düşmüş. Bu hadise büyük heccavın gözden düşmesine sebep olmuş. Padişahın gazabına uğramış, boğdurulup, cesedi Sarayburnu’ndan denize atılmış. Tarihler böyle yazıyor. 

***

Nef'i'yi çekemeyenler bu hadise üzerine şu beyti düşmüşler:

"Gökten nazire indi ‘Siham-ı kaza’sına

Nef'i diliyle uğradı hakkın belasına"

***

Mizahın, bin bir yolu, bin bir çeşidi var. Susmak ya da sadece gülmek bile bir mizah türü. Tabii, mizah yapabilmek, yazabilmek için belirli bir zeka ve kültür düzeyinde olmak gerekir. Yoksa; “öküzün trene baktığı!” gibi bakarsınız. Bazıları da, anlamış gözükmek için “hafifçe tebessüm eder!”

***

Bir İl Genel Meclisi toplantısında merhum dostumuz Mustafa Topaloğlu, şiddetli eleştiriye başlamış. Konunun muhatabı alınmamış, ilgisi olmayan birisi alınmış. Sürekli lafını kesmek istemiş. Bu sefer Mustafa, oturumu yöneten Vali Beye yönelmiş: “Sayın valim, ite vurdum tazı çeniledi!”, demişti. Bu, aramızda, hâlâ konuşulur.

***

Mizah yapabilmek için müthiş zeki, algılama ve gözlem kabiliyeti çok yüksek olmak gerekir demiştim. Cumhuriyet dönemi mizahçılarının başında gelirdi, merhum Aziz Nesin… İktidarlar elinden çok çekti; kendi de iktidarlardan…

***

“Kendi gitti adı kaldı yadigar!”, derler ya Nesin gitti ama eserleri kaldı. Ona çektirenlerin, esamileri bile okunmuyor. 

***

Biliyorsunuz Marko Paşa, hekim. Sultan Aziz ve “Sultan Hamid”’in doktoru, Kızılay’ın da kurucusu… Aynı zamanda subay… Ünü halk arasında iyice yayıldı. Sıkıntıda olanlara; “Git derdini Marko Paşa’ya anlat!”, derler. 

***

Devir İsmet Paşa devri… İkinci Harp bitmiş. Marko Paşa’dan mülhem Aziz Nesin, Sabahattin Ali sol tandanslı Markopaşa dergisi/gazetesini çıkartıyorlar. Türk basın tarihinin en yüksek tirajlı yayınlarından biri olan gazete, Cuma günleri çıkmaktaydı. Gazete kadrosunda yer alan Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz eleştiri yazıları yazmış; Mustafa (Mim) Uykusuz karikatür çizmiştir. Başyazarı Sabahattin Ali

***

Hükümetin hışmı üzerine dergi kapatılır… Çıkmasına bir daha izin verilmez. Bunun üzerine, “Bizimpaşa” adında çıkartırlar gazeteyi… Onu da kapatırlar, bu sefer adı; “Malumpaşa” olur… Demek ki, “yasakları delmeye” kimsenin gücü yetmiyor. 

***

Yeter ki, meram edilmesin. Kapıdan kovarsın, pencereden girer… Pencereden kovar, bacadan girer… Sonra, bacayı da tıkarsanız; “Gözümün içine bak anlarsınız!”, devreye girer. Siyasi tarihimizdeki; 1980’lerde, yasaklar döneminde, “Bir bilen!” hikayesi de böyle başlar.

***

Derken, 1950 seçimleri olur. Toplumda bir rahatlama söz konusu, artık…  Yine aynı yıl, “1950 affı” çıkar. Nazım Hikmet başta olmak üzere, solcuların tamamı hapisten çıkar… Peki, ondan sonra, basın, söz ve ifade özgürlüğü gelir mi? Hayır… 

***

Bu sefer, rahmetli Menderes’in, “Bizim oğlan bina okur. Döner döner bir daha okur!” O da tutuğunu içeri tıkar… 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —