KADİR DAYIOĞLU

Tarih: 07.11.2021 11:04

HEY GİDİ GÜNLER HEY!. 

Facebook Twitter Linked-in

Gazetenin birinde, bir şiir geçti elime... Merhum Arif Nihat Asya’ya aitmiş... İlk defa gördüm bu şiiri... Hoca’yı da ilk ve son defa Kayseri’de görmüştüm...  Lise son sınıftaydık... Şimdiki gençler gibi bizlerde “abilerin” kucağına yavaş yavaş oturmaya başlamıştık... Mantık okumuştuk ama “nasıl”, “neden”, “niçin” gibi soruların farkında değildik. “ağabeylerimiz” dedimi, mutlak doğruydu… “Nas”, hükmündeydi…

***

Şimdikileri bilmem ama o yıllar, bizlere biçilen misyon; vatanı, “Allahsız komünistlerden” ve her kötülüğün anası “siyonistler”den kurtarmaktı... Her köşe başında bir “komünist” her taşın altında bir “siyonist”  arardık…

“İğneli Fıçı”, “Türkoğlu Düşmanını Tanı” vd. Merhum Cevat Rifat Atilhan’ın kitaplarını sabahlara kadar okurdum… Ahmet Doğan Işık’ın anne tarafından dedesi, Hafız, din alimi Ali Rıza Sağman merhumun Karagümrük Nurettin Tekkesi Sokak’ta ki evinde birkaç kez görmüştüm, Atilhan’ı.  Milis Generali imiş. Boynu kalın, Kırkpınar pehlivanları gibiydi.

***

“Mason, dönme” Ahmet Emin Yalman’a, Malatya’da suikast düzenleyen Hüseyin Üzmez’i teşvik ettiği gerekçesiyle, yine o olayda ismi geçen Necip Fazıl ile Malatya’da hapis yatmışlar. Üstat, çok acımasız bir biçimde eleştirir; kendisinin sabaha kadar namaz kıldığından, gözyaşı döktüğünden, Cevat Rifat’ın sabaha kadar horul horul uyuduğundan söz eder.

***

Tabii, bizim gibi “bakir Anadolu çocukları”, bunları “aynı havuza işer!” sanırdık. Nereden bilelim birbirlerine kurşun sıktıklarını. Yanarım o günlere ki, hem de nasıl? Bana, “Kaybolan yıllarımı geri verebilir misiniz?”

***

Cahit Sıtkı gibi haykırasım geliyor içimden:

“Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;

Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.”

***

Bir yerde, bugün İsrail bayrağında bulunan, “magen david” ya da “David Yıldızı” gördük mü, orasını mutlaka bir “Siyonist” ile ilişkilendirirdik… “Gördün mü, duydun mu, falan caminin duvarında, falan mescidin pencere demirlerinde, falan yerin tavanında magen david var (mış)!” diyerek ya sahibi, ya yaptıranı ya da ustası hakkında soru işareti koyar, bunların muhtemelen Siyonist olduklarına karar verirdik… Tabi, “alçakların” içimize nasıl nüfus ettikleri konusunda hayrete düşerdik…

***

İstanbul’da, Aksaray’da bulunan Pertevniyal Valide Caminin pencere demirlerinde, “magen david” var. Merak eden gitsin baksın… Uzağa gitmeye gerek yok. Seyit Burhanettin Mezarlığı’nda bulunan bazı mezar taşlarının üzerinde de görürsünüz, “David Yıldızı”nı… Umarım, yok etmediler.

***

Daha sonraları öğrendik ki, “Magen David” ya da “David Yıldızı” ya da “Muhrü Süleyman”  bereket sembolüymüş ve kültürümüzde ve başka kültürlerde yaygın olarak kullanılırmış… 

Yine daha sonraları öğrendik ki, - Kayseri dışındaki – ağabeylerimizin, abi bildiklerimizin, büyüklerimizin, sağcı geçinen “prof”ların bir çoğu ya masonmuş, ya dönmeymiş, ya da Almanya hesabına çalışırmış… Hatta, çoğunun akrabalık ilişkileri bile varmış…

***

Bizim gibi, Boğazköprü’yü lise son sınıftan sonra geçen, Ankara ve İstanbul’da ki, araç yoğunluğunu “aval aval” seyreden bâkir Anadolu çocukları, bunları nereden bilsin ki?

***

Malum hikaye, Kırşehirli ilk defa İstanbul’a gitmiş… Moda sahillerinde denizi seyrediyormuş… Birine yaklaşmış; “Hemşerim, burası neresi?” Yanıt; “Kadıköy!”  Adam biraz duraklamış, içini çekmiş, hafifçe; “Bizim oraya şehir, buraya köy diyenin, anasının gözlerinden öperim!” demiş…

***

Dönelim hikayemize; Demek ki, 1963-1964 dönemi... Dedim ya, Lise son sınıftaydık. Mehmet Ateşoğlu da müdürümüzdü. Arif Nihat Hoca, Kayseri’ye gelmişlerdi; Refet Körüklü, sonra müseccel Atatürk ve laik Cumhuriyet karşıtı olan Yavuz Bülent Bakiler vs. vs. ile birlikte... Ticaret Odası’nda da bir etkinlik düzenlenmişti... Konuştular, şiir okudular ve gittiler...

Belleğimde kalan sadece, o etkinliğe katılan birkaç arkadaş... Mustafa Şerbetçioğlu, rahmetli Muzaffer Tok, rahmetli Ahmet Kaplan...  Bir de, döneminin Adalet Partisi ileri gelenlerinden merhum Mehmet Ali Serpil’in, konuşmacılar, Mustafa Kemal’den söz açınca; “Biz onu biliriz, anlatmanıza gerek yok!” türünden, fısıltı biçiminde söylediği sözler… Rahmetli hangi anlamda söylemişti, bilemem!

***

Dedim ya, başka bir şey kalmadı, belleğimde... Gelelim yazımın başında anons ettiğim şiire… Yaşadığımız hale...  Hali pür melalimize...  Şu günlerde, yaşadığımız haleti ruhiyeye... uygun düştüğü inancıyla,  sizlerle paylaşmak istedim... Sanırım, birkaç kez vermiştim, geçmişte.

***

Ne için ve nerede yazıldığını bilemiyorum… Muhtemelen 1980 öncesine ait, olabilir; hiç önemli değil; gerisi detay... Arif Nihat merhum dörtlüğünde şöyle diyor: 

“Ne yolcuya güvenirdi ne hancıya.

Beyninde bir kuruntu merkezi vardı.

Her gördüğü yerliye iç,

Her gördüğü yabancıya dış,

Düşman diye bakardı.” 

Beğendiniz mi? Ağzına sağlık Hocam... Diline sağlık Hocam... Makamın Cennet olsun!..


 
 
 


 

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —