MUSTAFA CENGİZ

Tarih: 18.09.2025 12:33

GERÇEKLER NASIL SAPTIRILIYOR!...

Facebook Twitter Linked-in

Sanırım dinimizin ilk emri "Oku" madığımız için başımıza geliyor bunların hepsi. 

Herkes bu nedenle kendine göre bir dünya düzeni kuruyor.

İsteğini, istediği şekilde empoze ediyor.

Bunu yaparken de kendi saltanatını kuruyor.

Medeniyetten uzaklaştırılan, doğmalarla, naslarla yönetilen bir toplum olmamız yönünde sürekli yönümüz Batı'dan Doğu'ya çevriliyor.

Bu arada en büyük sorunlu kesim Kadınlarımız.

Eve kapatılmak, toplum hayatından çekilmek isteniyorlar.

İkinci sınıf vatandaşlıktan, evdeki dördüncü eş olmalarına kadar Türkiye Cumhuriyetinin, Laikliğin, medeni kanunun, Atatürk'ün onlara sağladığı eşitlik ilkesinden soyutlanıp başta oy ve miras hakkından olmak üzere bir çok konuda da dışlanıyorlar.

Horlanıyorlar.

Aşağılanıyorlar.

Yetmiyor dövülüyorlar.

O da kesmiyor cinayetlere kurban gidiyorlar. 

Bugün size başta dini manada olmak üzere toplumun değişik kesimlerine göre farklı bir bakış açısı ile aydın bir kadının paylaşımları ile bazı gerçeklere göndermeler yapacağız.

Kimden mi bahsediyorum?

İlahiyatçı-Edebiyatçı, Yazar, Gazeteci Ayşe Sucu@aysesucu

Başta dini konular olmak üzere toplum hayatına, gelişmelere, siyasi dalgalanmalara, söylemlere toplumun genelinden farklı bakan bir isim.

Diyor ki; “Merhameti olmayan insanın imanı yoktur!”

Bir başka paylaşımında da “21. yüzyılın en büyük hastalığı; bilginin çok, imkânın bol, fakat şahsiyet insanının az oluşudur...” tespiti yapıyor. 

Önemli tespitleri ve uyarıları var.

Hazırsanız başlıyoruz.

“MÜSLÜMAN OLMAYAN TÜRK, 

TÜRK DEĞİL(Mİ)DİR?!…”

Epey ses getirdi bu tartışma.

Zira birilerin işine geliyor.

Diyoruz ya “Türkiye’de bize Türküm” dedirtmeyecekler diye.

En çok korktukları da “Ne Mutlu türküm diyeni” söylemi diye.

Bakın bu konuya dair ne diyor Ayşe Sucu?

“İsmet Özel’in daha önce söylediği “Müslüman olmayan Türk, Türk değildir” sözüyle, aşağıdaki “Türk diye bir ırk yoktur, Türkçeyi bize Araplar öğretmiştir” iddiası bariz bir çelişki taşır. 

Zira Türk, İslâmiyet’ten önce de vardı; devlet kurmuş, yazıtlar bırakmış, kendi dili ve kültürüyle tarih sahnesinde yerini almıştı. 

Orhun Abideleri, Türkçenin Araplarla tanışmadan asırlar önce teşekkül etmiş kadim bir dil olduğunu gösterir. 

Arapçanın Türkçeye kattığı husus “öğreticilik” değil, vahyin dili oluşu sebebiyle iman ve ilim terminolojisidir; Farsçanın da bu noktada katkısı vardır. 

Dolayısıyla Türkçe, kendi kökleriyle var olmuş; Arapça ve Farsça ile İslâm medeniyeti dairesinde derinlik kazanmıştır. 

Bu bağlamda Özel’in hem Türklüğün asliyetini inkar eden hem de Müslümanlıkla özdeşleştiren söylemi, tarihî ve ilmi tutarlılıktan ziyade edebî bir provokasyondur.

TÜRK MİLLETİ, KENDİNE NEDEN 

BU KADAR YABANCILAŞIYORSUN?!

İşte önemi bir paylaşım daha “Türk Milleti, kendine neden bu kadar yabancılaşıyorsun?!” başlığı ile Ayşe Sucu’dan.

“Günün manzaraları, insanın içini ürperten bir vahşet ile yüzeysel bir gösterişin yan yana sergilendiği garip bir sahne haline geldi…

 Bir yanda yavrusuna bıçak sallayan anne, eşini öldürürken kılını kıpırdatmayan baba, masum bir canı tekmeleye tekmeleye öldüren bilmem kim…. 

Diğer yanda nikâhı, aileyi ve mütevazı hayatı bir şatafat panayırına çeviren kalabalıklar.

Hayvanlara eza ve cefa artık sıradanlaştı. 

Acziyetine rağmen köpeğe taş atan olmadı öldüren, kediyi hunharca ezen, kuşu oyuncak yerine koyan nice vahşi davranış sıradan haberler arasında. 

Merhamet ve şefkat damarlarımız kurumaya yüz tuttu adeta.

Türk’ün örfünde vakar, izzet, sadelik ve ölçü vardı. 

Anadolu irfanı, Müslümanlığın ruhunu öz kıldı. 

Bugünse “sözde dindarlık” adı altında yapılan gösterişli merasimler hakikati perdeleyen putlara dönüştü. 

Gelinin ayağının altına serilen dolar desteleri, bebeğe yapılan “mevlid”in düğünden farksız şatafatı, sünnetin adeta bir festival karnavalına dönüştürülmesi… 

Bütün bunlar tek kelimeyle sefahatin izleridir. 

Zira İslam vakardır; dindarlık ise merhametin ve tevazuun yaşandığı ortamdır.

Toplumların çöküşü çoğu zaman sefihlik ile başlar; şımarıklık, hoyratlık ve merhametsizlik bütün değerleri yıkar. 

Bugün bizi bekleyen tehlike tam da budur: Bir yanda açlıkla boğuşan aileler, diğer yanda israfın sarhoşluğunda kaybolmuş düğünler, eğlenceler, kutlamalar….

Çare yok mu? 

Elbette var… 

Çare yeniden kendi özümüze dönmektir. 

Türk-İslâm kültürünün vakur sadeliğine, akl-ı selim ve zevk-i selimin dengeleyici ruhuna… 

Çünkü akl-ı selim nefsin taşkınlığını terbiye eder; zevk-i selim ise hayatı güzelleştirir, ama şımarıklığa ve israfa izin vermez vesselam.”

BİR LİDERDE BULUNMASI 

GEREKEN HASLETLER...

Yine 10 numara 5 yıldızlık bir paylaşım daha Ayşe Sucu'dan.

Diyor ki; 

Bir siyasetçide en önemlisi de bir liderde bulunması gereken beş haslet:

1.Vefa – Emeği görmezden gelmemek; emek vereni unutmamak, dostlarını satmamak. Vefa siyasetin temel sütunudur.

2.Basîret – Olayların arka planını görebilmek, günübirlik değil ufuk çizgisiyle ve istişareyle hareket etmek.

3.Adalet – Hakkaniyeti merkeze almak ve hakkı teslim etmek. Çıkarcı anlayış sahiplerine mesafe koymak. 

4.Cesaret – Hak bildiğini, risklere rağmen söylemek ve yapmak.

5.Merhamet – Gücü elinde tutarken kalbini katılaştırmamak ve halkın derdini (ve hatta tüm canlıların sorumluluğunu) yüreğinde hissetmek. 

Bu beş haslet yoksa, liderlik makamı olsa bile ömürlü olmaz; başarı da kalıcı değildir.

UYUŞTURUCU, ŞİDDET VE…

“Uyuşturucu, şiddet ve gençlik” başlıklı paylaşımında hem tespitler hem de uyarılar yapıyor Ayşe Sucu.

Bu konuda ilimizde de önemli çalışmalara var.

Önceki günde önemli bir panel gerçekleştirildi ilimizde. 

Bakın “Uyuşturucu, şiddet ve gençlik” için neler diyor, neler Ayşe Sucu?

“Henüz 15–16 yaşında çocukların şiddete bulaşması, uyuşturucuya esir olması ve suça yönelmesi, toplumun alarmıdır. 

Bu gidişat üç önemli sebebe işaret eder:

1-Ailedeki zafiyet: Sevgi ve otorite dengesinin kaybolması, çocuğu sokağın insafına bırakmaktadır.

2-Değer boşluğu: Anlam dünyasını kaybeden genç, dijital mecralarda sahte kimliklere sığınmaktadır.

3.Toplumsal ilgisizlik: Mahalle, okul ve cemiyetin geri çekilmesi, bireyi yalnızlığa ve savrulmaya mahkûm etmektedir.

Neler yapılmalı:

-Aileyi güçlendirmek, ebeveynleri bilinçlendirmek,

-Eğitimde şahsiyet inşasına odaklamak,

-Gençleri spor, sanat ve gönüllülük faaliyetleriyle meşgul ederek sokak cazibesinden uzaklaştırmak,

-Yerel yönetimlerin ve sivil toplumun gençlik odaklı projelere seferber olması.

Unutulmasın ki gençliğin yüreğine hedef, umut ve ideal yerleştirilmezse,  orayı boşluk ve bağımlılıklar doldurur. 

Gençliği korumak, geleceğe sahip çıkmaktır…

"TÜRK GENÇLERİ! BU 

ÜLKEYE BORCUNUZ VAR."

30 Ağustos tarihli paylaşımında ülkenin gençlerine sesleniyor.

"Türk gençleri! Bu ülkeye borcunuz var." başlıklı paylaşımında şu derin mesajlar.

Tabi ki de anlamak isterseniz.

Tabi ki de ülkenizle, bayrağınızla, toprağınızla bir sorununuz yok ise.

"Türk gençleri! 

Bu ülkeye borcunuz var.

Çünkü tarih, bedeli canla ödenmiş vakaların destanı; milletin şuuru ve hafızasının kendisidir.

O hafıza açlıkla, susuzlukla, binlerce şehidin kanıyla yoğruldu. 

Atalarımız yokluk içinde bir devleti yeniden kurdu ve size emanet etti. 

Türk gençleri! 

Bu emanet hamasetle değil; çalışkanlık, adalet ve ilimle taşınır. 

Ne güzel demiş devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: 

Türk! Öğün, çalış, güven.”

ALTINDAN DEĞERLİ ÖĞÜTLER…

"Gönül çalab’ın tahtı, çalap gönüle baktı

İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise!"

Gönül nedir bilenlere selam olsun...

Er bozulursa, aile bozulur. 

Hatun bozulursa, ulus bozulur...

“Edeple gelen lütufla gider.

Edepsiz gelen, belâ ile gider.”

MÜNAFIĞIN ALAMETİ...

Ayşe Sucu'nun son yaptığı bir paylaşımlardan birisinde tekrar yayınladığı Hadisi şerifle bitirelim.

Münafığın alameti üçtür:

-Konuştuğunda yalan söyler.

-Emanete ihanet eder

-Söz verir, yerine getirmez. 

Hz. Muhammed (SAV)

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —