Her dönem tazeliğini koruyan bir fıkra ile başlamak istiyorum bugün... Biraz kerih olacak ama ne yapalım; umarız bağışlanırız...
***
Ayıp değil ya, yaşanan olayları başka türlü anlatabilme becerisini gösteremiyorum... Bu işin uzmanları var. Yeri geldi mi, tam yerine koyarlar. “Olacak o kadarın”, jeneriğinde dendiği gibi; “Arada bir zülfü yâre dokunduk /Tam yerine geldi manzara koyduk!”
***
Levent Kırca ve Oya Başar ile ünlenen, TV programının, rast geldikçe, parçalarını dinlerim, “youtube”tan. . Mübarekler sanki kâhin… Günümüzü anlatmış…
***
Adamın biri “yellenirken” kıçı ile de salaş bir tahta sandalyeyi sallamaya başlamış... Bunu gören Bekri Mustafa; “Hemşerim, hemşerim, gacırtıyı, gıcırtıya denk getirdin anladık... Ama çıkan kokuya ne diyeceksin!”
* * *
Gerçi fıkranın başında, “her dönem...” demek ihtiyacını hissettim ama fıkranın geçerli olmadığı dönemler yok mu? Elbette var. Öyle ya her zaman Bekri Mustafa’yı nerede bulacağız. “Hemşerim, gacırtıyı, gıcırtıya ne güzel denk getirdin. Üstelik, etrafı da mis gibi bir koku saldın” der günümüzün “ dalkavukları”.
***
Galiba, günlük hayatımızda da, “gacırtıyı, gıcırtıya denk getirmeye çalışıyoruz ama çıkan kokuya da bir türlü engel olamıyoruz.”
***
Gün geçmiyor ki, “memleket büyüklerinin” ya da yakınlarından birisinin adı, “akçeli” işlere karışmasın... “Pis kokular” çok hızlı bir biçimde etrafa yayılıyor...
***
Evet… Siz, “gacırtıyı, gıcırtıya denk getirdik” zannıyla, icrayı sanata devam edin!..
* * *
Günümüzde örneği pek kalmadı... Biliyorsunuz Osmanlı’da dalkavukluk bir meslek örgütü. Cülus törenlerinde, dalkavuklar da geçermiş. Dalkavuk kahveleri varmış, İstanbul’da… Eskinin “dalkavukları”, “memleket büyüklerine”, “Def-i hâcetinizim efendim!” sözünü sık sık tekrarlarmış...
***
Önemli mevkide bulunan bir devlet adamı dalkavuğun birine
- Sıfır nedir?
diye sormuş. Cevap tam beklenildiği gibi olmuş:
- Efendim, sizin huzurunuzda ben.
***
Bu bağlamda, çizerini hatırlayamadığım, eskinin ünlü Akbaba Dergisi’nde, fotoğraf çekinen “dalkavuk” karikatürünü anımsıyorum: Makine, eskilerin hatırlayacağı, körüklü makinelerden. Fon olarak da, bir cami avlusu ve “s” harfi ters yazılmış, “İstanbul Hatırası” yazısı bulunan bir bez kullanılmış...
***
Fotoğrafçının, “tamam çekiyorum!” uyarısına duyan “dalkavuk”, her seferinde, öne doğru eğiliyor... Bir, iki... derken, fotoğrafçı baktı olmuyor, bu sefer çözümü, adamın boğazına geçirdiği bir yuları arka duvara çivilemede buluyor...
* * *
Bekri Mustafa deyince gönlüme merhum NeyzenTevfik geldi... Hazret, “sefihler” yani “zevk ve eğlenceye düşkün, parasını pulunu hovardaca harcayanlar” için şu benzetmeyi yapmış...
“Bezm-i meyde süfehânın neye meftun oluşu,
Nazarımda, su içen eşeğe çalınan ıslık gibidir.”
* * *
Mala, mülke, paraya... gözü doymayan “aç gözlüler” için Hazret’in şu nefis beyti ile yazımızı noktalayalım:
“Feleğin kahpe başında paralansın parası,
Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye!”
Ruhu, şâd olsun...