Bizim “ecmain”, Atatürk devrimlerinin en önemlisi, “harf değişimini” eleştirirken; “Bir gecede cahil kaldık!”, der. Tabii bunun aslını bilmeyenler de inanır. Acaba büyük bir çoğunluk, “Arapça/Farsça” alfabe ile okuma ve/veya yazma bilir miydi?
***
Tabii, Anadolu coğrafyasında, 1928 Harf Devrimine kadar okuma ve/veya yazma bilenlerin oranı neydi? Çok yazıldı çizildi, benimkisi onların bir tekrarı olacak mahiyette.
***
Biliyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti’nde “Harf Devrimi”nden bir yıl önce yapılan resmi “ilk nüfus sayımı” ve “okuma-yazma” oranının ölçüldüğü istatistiki araştırma “1927 nüfus sayımıyla” yapıldı. “Nüfus tahririnin aktarıldığı yayında, Harf Devrimi’nden önce Arap harfleri ile okuma yazma oranı Türkiye genelinde erkeklerde %12.9 kadınlarda ise yüzde 3.7 olarak belirtilmiş.
***
Bu durumda Türkiye genelinde okuma yazma oranı yüzde 8.61 olarak ölçülmüş. 7 yaş üzeri nüfus olarak ise, oranlar erkeklerde %17,42, kadınlarda %4,63 ve toplamda %10,6’ya yükseliyor.” Unutmayın, özellikle Sultan Abdülmecit ile başlayan eğitim yatırımlarının, bir asır sonra geldiği nokta bu. Daha önce acaba, Anadolu’da durum neydi?
***
“Makarr-ı ulema” olarak bilinen Kayseri’de, “erkek ve kadın” toplamı içinde bu oran yüzde 8,35 veriliyor. Ülke ortalamasının altında. Doğuya doğru gittikçe bu oran yüzde 2’lere kadar (Hakkari yüzde 1,85) düşüyor. En yüksek de İstanbul, yüzde 45,48…
***
“Kemal Karpat’ın verdiği, Osmanlı'da Okuma-Yazma Oranının %66 olduğunu gösteren tablo doğru değilmiş. Hocamız sonra düzeltmiş.”
***
Evet, başta da dedim; “Ecmain”, “Klasik sağ”, “Osmanlı hayranları”, “Marmaratörler”, “MTTB”ciler “Dil Devrimi”ni, geçmişle bağların kopartılması olarak algılarlar… “Ah nerede o eski günler!” masalını her vesile ile dile getirirler… Osmanlı tebasının şakır şakır Osmanlıca okuyup yazdığını sanırlar; Cumhuriyet’in “kültür mültür” namına hiçbir şey bırakmadığına inanırlar.
***
Sık sık şunu da söylerler; “dedelerimizin mezar taşını okuyamıyoruz!”. Evet, mesela ben de okuyamıyorum Seyit Burhanettin mezarlığında bulunan taşları. Mesela, sayıları oldukça çoğalan, Osmanlı Türkçesi’ne vakıfların okumalarını, bizleri tenvir etmelerini isterim.
***
İsterseniz “öğrenme” ve dil konusuna, yaşanmış birkaç örnekle devam edelim… Merhum Abdullah Saraçoğlu’nu (1924-2001) bilmeyenimiz ve tanımayanımız yoktur. Bursa, İzmit ve Kayseri Müftülüğü yaptı.
***
Efendim. Saraçoğlu hocamız Kayseri’ye gelmiş. Yıl 1970’ler… Müftülük görevine başlamış. Merhum İbrahim Özbekarlar başta olmak üzere, bir grup MHP ileri geleni Hocamıza, Milletvekili adayı olması için ziyarete giderler. İçlerinde Hüseyin Cömert Hocamız da var. Konuyu açarlar, sohbet koyulaşır. Sanat, kültür vs. derken Hoca, “Bakınız çocuklar, sizlere bir şey anlatayım!” der ve anlatmaya başlar;
Rahmetli Babası, “Oğlum mektebe devam etmene gerek yok… Gel, bizim oturmalarımıza, sohbetlerimize katıl. Hem bize hizmet et, hem de mektepten daha fazla, daha güzel şeyler öğrenirsin!” der. Baba sözüne uyar, beş-altı yıl kadar babasının ve arkadaşlarının rahle-i tedrisinden geçer. Ama aklında pek bir şey kalmaz, pek bir şey de öğrenemez. Sonra, okula devam eder… Ve sonunda merhum Saraçoğlu; “Çocuklar bakın, ne öğrendiysem Cumhuriyet mekteplerinde öğrendim!” der. Bu, bir hakkın teslimidir.
Gelelim diğer bir olaya… Hüseyin Cömert hocamızın gayretleriyle yayımlanan, er Hidayet Özkök’ün, Çanakkale’den-Hicaz’a isimli, nefis hatıratında geçen bir olayı bu vesile ile hatırlatmak istiyorum. “Dil Devrimi” sırasında Özkök, çocuklarıyla birlikte Samsun’da çalışıyormuş. Ellerine, Latin harfleriyle yazılmış bir ALFABE geçer. Ve, arka planları olduğu için, bir günde yeni ALFABE’yi öğrendiklerini söyler. Çocukları ise, daha kısa zamanda öğrenmişler…
Talat Paşa’nın Dahiliye Nazırlığı döneminde, “matbu, er mektubu” basıldığını; sadece hitap edilenle, hitap eden kısımlarının boş olduğunu, hatırlatmama gerek var mı? Rahmetli babamın; “Oğlum, bir mahallede, doğru dürüst eski Türkçe okuyup yazabilen, bir iki kişi ya vardı, ya yoktu. Bir mektup geldiğinde, okuyacak insan aranırdı. Okuyamadığı yer oldu mu yakıştırırdı!” dediğini de anımsarım.
***
Biliyorsunuz, mektup yazmışlar, “selam kelamdan” öteye geçmeyen. Zarfın üzerini de doldurmuşlar. Elazığ’a gönderecekler. Elazığ’ın o zamanki ismi; “ Mamurat al-aziz”. Ama bir türlü bunu yazamıyorlar. Diğerleri tamam... “Nasıl olsa postaneye gidiyoruz. Memura yazdırırız!” diyorlar. Memur, evirmiş, çevirmiş, o da bir türlü yazamıyor. Ser de rezil olmak da var. Bu nedenle, “yazamıyorum!” da diyemiyor; “Hemşerim, şunu Adana yazsak olmaz mı?” diyor.
***
Son söz: Dönem ve o dönemin şartları bilinmeden yapılan “Harf Devrimi” ile ilgili yapılan “Derin Analizler” yok hükmündedir. İkincisi, dil değişmemiştir; değişen sadece harfler… Halk, sivil ve asker bürokrasi, edebiyatçı vs. yine Türkçe konuşuyor, Türkçe kullanıyor.