Tuncay Sergen dostumuz, babasının dahi anımsamadığı, akıbetini asla bilmedikleri, Sarıkamış cephesine giden dedesi ile ilgili anlatmış ve sağ olsun bizimle paylaştı. Aslında bu, yağız, kavruk Anadolu çocuğunun, “kumar masasında!” nasıl kaybettiğimizin bir hikayesi.
**
Falih Rıfkı’nın Zeytindağı’nda anlattığı gibi bir şey. Harp kaybedilmiş, ordu terhis olmuş, kalanlar, bir bir istasyonlarda iniyor; “ … istasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
- Benim Ahmed'i gördünüz mü? diyor. Hangi Ahmed'i? Yüz bin Ahmed'in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:
- Bu tarafa gitmişti, diyor. O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Sarıkamış'a mı,
Bağdat'a mı?
**
Şimdi gelelim Tuncay’ın dedesinin hikayesine. Ona da babası anlatmış. Babam, nüfus kaydına göre 1332’liyim der ama gerçek tevellüdü 1330 olmalı. Bu yıl farkına vardık. Çünkü doğduğunda padişah varmış. … babası Sarıkamış’a yollandığında 6 aylıkmış. Demek ki doğrusu 1914 oluyor 2 yıl geç yazılmış. Hatta doğduğu ay Nisan olmalı. Baba sen aslında iki yaş daha büyüksün, 91 oldun bu yıl dedim.
**
“Oğlum, eşeğin ürkeğiyle, erkeğin korkağı çok yaşar zaten" dedi. Kendisini babası kadar yürekli bulmuyordu. Lafı değiştirdim...
-Peki baba, bugün babalar günü sen babanı nasıl hatırlarsın? dedim. Elini yeleğin saat cebine attı, duymamış gibi yaptı.
**
- “Vakit ta epey olmuş” dedi.
Her saate bakışta vakit ne olursa olsun hep böyle der.
- “Vakit ta epey olmuş.”
Sonra telvesi donmuş, boş fincanı elinde bir çevirip masaya bıraktı.
- “Baba, babanı hiç mi hatırlamazsın diye üsteledim.”
Anlattı: Babasını en son, Sarıkamış'a Rus Cephesine giderken Vekse Köyü’nden birisi görmüş.
"Muharrem Çavuş" demiş, "Sivas civarında yürüyordu, ama hastaydı..." Daha sonra başka haber gelmemiş. Bir daha da gören de, haber getiren de olmamış.
“O zamanlar ben altı aylıkmışım."
**
Babam babasını hatırlamıyor. "Babam", diyor, ben bebekken, Rus Cephesine gitmiş, dönmemiş. Sarıkamış’ta savaşmadan donan 90 000 şehitten biri miydi? Rus mu vurdu, yoksa Sivas’tan sonra yürüyemedi mi? veya ... Bilinmiyor..." Başka haber gelmemiş.
**
Konu açılmışken biraz daha üsteledim.
-Belki az da olsa, hayal meyal, babanı biraz hatırlarsın? dedim.
**
Unutkanlığı arttı, az duyuyor, az konuşuyor.
"Nereden bileyim oğlum, kuzum. Babamı cepheye çağırdıklarında 6 aylıkmışım. Babamı bidayette de harbe yollamışlar... harpten gelmiş, ben doğmuşum. Bu defa Rus Cephesine çağırmışlar, oradan dönmemiş." -
**
-Az da olsa, hiç hatırlamıyorsun demek, diye son bir defa daha zorladım.
**
"Oğlum 6 aylıkmışım dedim ya... Ne bilsin 6 aylık bebe babasını. Ben hatırlamam ama bak, sana babam beni en son, nasıl hatırlarmış, onu anlatayım" dedi.
**
İlk defa anlatıyor. "Ordu Ulukışla'da toplanmış, Rus Cephesi’ne yayan gidecek. Araba, tren, hatta at yok. Mevsim yaz sonu, sonbahar. Asker, Ulukışla, Kayseri, Sivas üzerinden Sarıkamış Cephesine gidecek. Babamı da Ulukışla'daki, Rus'a karşı savaşacak ordunun askerini çağırdıklarında, ben 6 aylıkmışım. Bir gün bir haber çıkmış: "Ordu, Ulukışla'dan çıktı, yürüyor. Perşembe günü Kayseri civarından geçecek.
**
Yürüyüş yolu, eski Sivas yolu, Kayseri yakınında Mancusun Köyü'nün kenarından geçer. Toprak bir yol. Mancusun Kayseri ye 25-30 kilometre, Gesi'ye 1 kilometre var yok. O gün erkenden annem beni sarıp sarmalamış, kucağına almış, Mancusun yakınındaki o yola götürmüş, 6 aylıkmışım...Babamı cepheye uğurlamaya gitmişiz.
**
Yol kenarında çok beklemişiz. Ordu, "o gün oradan geçer", öyle demişler. “Ben o gün hiç acıkmamış, hiç ağlamamışım, annem öyle derdi." diyor. Haber doğru çıkmış. Önce bir toz bulutu, ardından ordu görünmüş. Kayseri halkı yolun iki yanına dizilmiş. Kimisi ağlıyor kimisi "padişahım çok yaşa diye" bağırıyor. Kimisi hazırladığı çıkını askere veriyor. Dualarla asker cepheye uğurlanıyor."
**
Devam ediyor... Babamın bizim gelip beklediğimizden haberi yok. Kucağında ben, annem, ordunun içinden babamı seçmeye çalışıyor. Ulukışla'dan gelen asker Mancusun'dan gelip geçiyor, içlerinde babam yok. Zaten birbirimizden haberimiz de yok. Babamı önce görememişiz. Ama tam önümüzden geçerken o bizi görmüş. Ben annemin kucağındaymışım. 6 aylıkmışım. Babam bizi görünce dayanamamış, sıradan çıkmış. Beni kucağına almış, öpmüş, sevmiş, okşamış, içine doldururcasına koklamış, annemin kucağına geri vermiş.
"Hakkınızı helal edin" demiş.
**
Sonra, arkadaşlarına katılmış, gitmiş. Biz orda kalmışız, ordu gözden kaybolana kadar babamın ardından bakmışız. Annem çok ağlamış, ben ağlamamışım o gün. “Annem öyle anlatırdı" diyor." İşte ben babamı, babam beni en son böyle görmüş... Kucaktaymışım, hatırlamam. Babasıyla en son böyle görüşmüşler.
**
… Babam, bu babalar gününde, babasını son görüşünü, nasıl helalleştiğini, onu nasıl yolcu ettiğini anlattı. Babasını görmüş, ama hatırlamazmış...
**
"Görmüşüm ama bilmem babamı" dedi zorlanarak. Sustu. Telvesi donmuş boş fincanı bir daha çevirdi, saate baktı. Bu defa bir şey demedi. Zaten puslu gözleri, buğulanmıştı... Benden kaçırdı. Masanın ayağına doğru bir yerlere bakıyordu. Su istedi. Belli ki, hala içi yanıyordu. Başka soramadım. Kalktım, önce elimi omuzuna koydum. Sonra babama sarılıp öptüm... O da bana sarıldı. Bir müddet öyle kaldık...