KADİR DAYIOĞLU

Tarih: 19.05.2021 15:44

BEKTAŞİ FIKRALARI

Facebook Twitter Linked-in

Bu yazımı Bektaşi fıkralarına ayırdım... “Bektaşi Fıkraları, Bektaşi olarak bilinen tarikat/inanç grubu mensuplarıyla ilgili, halk arasında sıkça anlatılan fıkralar. Özellikle Türk Edebiyatı içinde Bektaşi fıkralarının özel bir yeri vardır. Bektaşilerin dine yaklaşımı "bâtıni" bakış açısıyla olduğu için dinin sadece dış yönünü görenler mizahi bir dille eleştirilmektedir.

Bunlar, asla kimsenin yüzünü kızartacak fıkralar değildir. İnce, hiciv içeren fıkralardır. Bektaşi fıkraları çoğu zaman yobazlıkla, bağnazlıkla, tutuculukla ilgili hicivler içerir.

Fakat bunları incitmeden, kimseyi aşağılamadan, gerekirse kendisiyle dalga geçerek yapar. Fıkralar, Türkiye'de ve Balkan ülkelerinde yaşayan Alevilerce; “ehli beyt muhipleri”  ve Bektaşilerce de kabul görür. (Wikipedia)

***

Baba erenlere sormuş:

- Abdest almak için suya girdiğimiz de yüzümüzü ne yöne dönmeliyiz?

- Giysilerinizi bıraktığınız yere...

***

Sormaya devam etmişler:

- Rakı haram mı, helal mi?

- İçene göre değişir!..

Peki nasıl değişir?

“Ey zâhid şaraba eyle ihtiram

İnsan ol terk et bu kıyl-ü-kâli

Ehline helaldir nâehle haram

Biz içeriz, bize yoktur vebali.”

***

- Erenler kaç tane oruç tuttun?

- Henüz tutamadım. Tuzak kurdum bekliyorum.

***

- Ya hû!.. Ramazan geldi gidiyor, hâlâ sen oruç tutacaksın!..

- Mübarek Ramazan gelir gider, gelir gider... Ama bu fakir bir gitti mi bir daha gelmez!..

***

- Baba, oruçla aran nasıl?

- İyi olmasına iyi de, şu sahuru, öğle vaktine alsalar olmaz mı?

***

Sormaya devam:

- Orucu mu seversin yoksa namazı mı?

- Orucu!..

- Neden?

- Yendiği için!..

***

Bir fıkra da her işe “teşneler” için.

- Baba, tuvalette sakız çiğnemenin dinen bir sakıncası var mı?

- Yok olmasına yok ama gören “bir şey” yiyor zanneder!..

Sormuşlar:

-Kaç gün oruç tuttun?

-Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabildim!

Aynı soru, orada bulunan Bektaşi’ye sorulunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş:

- Arkadaş benden bir gün fazla tutmuş!

***

Son defa sormuşlar:

- En zor ve en kolay olan şey nedir?

- En kolayı insanın başkalarına nasihat etmesi. En zoru ise;Kişinin kendisini bilmesi.”

***

Kısa bir not: “Kendini bil!” sözü, Eski Yunan’dan günümüze kadar gelir. Sözün kime ait olduğuna dair rivayet muhtelif… Pisagor, Sokrat, Solon’a ait diyenler de var. Önemli değil kimin dediği… Önemli olan, anlamı.

***

“Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu” (Kendini bilen rabbini bilir), bizde de, özellikler mutasavvıfların “vahdeti vücut” bağlılarının, dayandığı temel hadislerden biri olarak karşımıza çıkar. Tabii, “zahir uleması” hemen itiraz eder; böyle bir hadisin olmadığını söyler. Neyse!..

***

Halvetiye’nin Mısriye kolu kurucusu Niyaz-i Mısrî’nin (Malatya, 1618-Limni, 1694);

“Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu’
Nefsini sen bilmedin Subhânı arzularsın”

dizeleri ile ünlü şair ve Mevlevi Şeyhi Şeyh Galib’in (İstanbul, 1757- İstanbul, 1798);

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”

dizeleri bunu anlatır. Anlamı da şuymuş: (Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın).

***

“Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü

Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü”

(Yine gönül kayığım kırılıp su kenarına düştü. Bu gönül nazik bir şişedendir, düştüğü yer ise taşlıktır, dayanması ne mümkün), demekmiş.

O da bir Mevlevi Şeyhi İsmail Dede’nin (İstanbul, 1778- Mina/Mekke, 1846) meşhur mahur yürük semaisinin güftesi de Şeyh Galip’e ait.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —