İBRAHİM PEKBAY


YOLLAR DA BİZİM, DAĞLAR DA BİZİM, SAĞLAR DA BİZİM…

“Böyle sevda mı olur?” derseniz, benim sevdam,  yanımdan hiç ayırmadığım fotoğraf makinem ile gördüğüm her güzelliği, en güzel ve her açıdan fotoğraflamak oldu.


Şehrimiz Kayseri’nin simgesidir Erciyes Dağı, 3916 metre yüksekliği ile de ülkemizin beşinci en yüksek dağıdır. Başı dumanlıdır, kafa tutar, boyun eğmez, serttir kışı, ılımandır yazı.

Erciyes’e olan tutkumu bilen Gazetemizden Semra Acar kardeşimiz, iş çıkışı eve giderken “Sizin için çektim” notu ile dört kare Erciyes göndermiş, öncelikle kendisine teşekkür ederim.

Ben gerçekten bir Erciyes sevdalısıyım. En fazla, telesiyej ile birinci istasyona kadar çıktım kayacağım diye, zor olduğunu, zorlandığını anlatmak için derler ya “Allah canımı aldı” diye, aynen aşağı inene kadar Allah canımı aldı, bir daha da Tekir Yaylası’ndan bir milim yukarı çıkmadım.

“Böyle sevda mı olur?” derseniz, benim sevdam,  yanımdan hiç ayırmadığım fotoğraf makinem ile gördüğüm her güzelliği, en güzel ve her açıdan fotoğraflamak oldu.

Erciyes dağı için şöyle bir cümle de kurulur hep; "Erciyes’in ayazı insana değdiği zaman ikinci kez mutlaka gelir."

Ve Erciyes, Germir bağlarından çok daha güzel görülür. Hatta eski adıyla Ağırnas, yeni adı ile Mimarsinan’dan hemen aynı açıdan görünen Erciyes Dağı, mimari bir projeye çeviren Mimar Sinan, İstanbul’da bu projeyi Süleymaniye Camii’nde uygulamıştır. Arif Nihat Asya’nın bu konudaki dörtlüğüne şöyle der.

“Dağ parçası kubbeler ufaktan, iriden. / Gel, haşmeti gör yandan, ileriden, geriden; / Bir mucize devrinde Sinan, Erciyes’i, İstanbul’a dikmiş, getirip Kayseri’den.”(Kullanma olanağı olursa, objektifimden o görüntüyü yazımın içinde göreceksiniz.)

XXX

Dadaloğlu’nun bir şiiri vardır, “Koydu gitti Avşar elleri” diye başlar, padişaha da isyanıdır aynı zamanda. Cem Karaca da şarkı olarak bestelemiştir.

O şiirde Dadaloğlu, söyler söyler, ardından “Yollar bizimdir” der, yine söyler söyler, “Dağlar bizimdir” der ve son olarak da sözünü “Sağlar bizimdir” diye bağlar.

XXX

Yollar, dağlar ve sağlar bizimdir derken, hadi gelin dağlarımıza bir bakalım sağlarımızla birlikte yollarımızdan.

Kayseri’den çıktınız, Niğde üzerinden Adana’ya doğru yol alıyorsunuz. Yolun solunda, Aladağlar, Demirkazık dağları ve daha da ilerisinde Ulukışla’dan sonra Toros Dağları önünüze çıkar. Bazı yükseklikleri, Ağrı dağından sonra ikinci gelir, yaylaları ile muhteşemdir. Adana’dan başlamak üzere tüm Akdeniz bölgesinin sahil kesiminde devam eder. Geçtiğiniz yolların manzarası ise bir başkadır dağların.

Döndün Adana’dan Şırnak’a doğru, Cizre ve Silopi’den çok iyi görünmese de, Irak’tan geliyorsanız, işte önünüzde bir dere, bu tarafı Irak, öte yakası Türkiye ve karşınızda tüm heybeti ile duran Cido Dağı. Bölge, yaz mevsiminde çok sıcak olduğundan başında karları yoktur.

Çıktık, Şırnak’a doğru gidiyoruz, Kasrik boğazının güzelliğini seyrederken yukarı doğru çıkarken, sol tarafınızda Gabar Dağı. Belki çok yüksek değil ama katmer katmer kayalıkları ile bir doğa harikasıdır.

İstikamet Bitlis, Tatvan… Tepeye varınca, sol tarafınızda Nemrut gölü, karşınızda ülkemizin en büyük Van Gölü, aşağıda Tatvan…

Tatvan’a iniyor ve durmuyoruz, işimiz acele. Türkiye’nin en yüksek geçitlerinden biri olan Kuzgunkıran geçidini de geçiyor ve Van Gölü sahil yoluna iniyoruz. Aracımızı kenara çekip aşağı iniyor ve karşıdaki muhteşem bir başka dağ manzarasını izlemeye koyuluyoruz. Sanki su üstüne çıkmış denizaltı gibi, yaz kış tepesinde kar, muhteşem. Hemen fotoğraf makinemi çekiyorum, deklanşöre basıyorum. Her zaman böyle görünmez ve burası Süphan Dağı…

Devam ediyoruz Van’a doğru. Göl içinde bir ada var, ada üzerinde bir kilise. Burası “Akdamar” adası… Efsaneye göre aslında adı “Ah Tamara” adası. Hikâyesini uzatmamak üzere geçiyorum ve yola devam ediyoruz.

Eğer sabah kahvaltısına rastlamışsanız, Edremit’te bir güzelce ünlü Van kahvaltısı edebilirsiniz, göle karşı. Yemek vakti ise kaburga dolması…

Bir cümle ile Van’ı anlatmak gerekirse, bu ilimiz, (Eski adı ile Tuşba) Urartu medeniyetinin merkezi…

Devam ediyoruz, Erciş üzerinde Doğubayazıt’a doğru. Erciş’ten sonra tırmanmaya başlıyoruz. Zirveye varınca tabelada “Tendürek geçidi” yazılı. Kaldırıp kafamızı baktığımızda, Tendürek dağını da net bir şekilde görünce, bir deklanşöre de orada basıyoruz.

Zirveden aşağı doğru inerken altımızda İsak Paşa Sarayı, karşımızda bütün haşmeti ile Türkiye’nin en yüksek dağı, Ağrı. Yanında da sanki anasının elinden tutmuş gibi, küçük Ağrı Dağı…

Çekilmez mi fotoğrafı, elbette çekilir…

Buradan, Erzurum’da Palandökeni görüp, oradan da Zigana geçidinden Karadeniz’e ulaşacağız.

Ama bir başka yazıda, belki de devamında…