Yeni yılın ilk Cumartesisi.
O zaman fazla kasmadan biraz magazin.
Gelenektir.
Aslında biraz da klasik.
Bazılarımız bu muhabbetten hoşlanmasa da herkese saygı duymak durumundayız.
Herkes herkesi kendi değer yargıları ile tatmamalı.
Herkesin hayatı herkese.
Yani bir anlamda “Her koyun kendi bacağından” misali.
İster Hicri, ister Miladi, ister Rumi ne derseniz deyin takvimlerde hayat döngüsü zamana yenik düşüyor.
Bu vesile ile de hem islam aleminin mübarek üç aylarını ve Regaip Kandilini de tebrik edelim.
Geçen yıl aramızda olan birçok kişi maalesef aramızda değil.
Bu nedenle kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün, kim ne yaşarsa yaşasın herkesin yaptığı hayır da şer de kendi hesabına yazılıyor.
Fazla uzatmaya gerek yok.
Her ne kadar hüzünlensekte yaşam kesintisiz devam edegelen bir süreç…
Ta ki…
Yeni yıla dair beklentilerimiz var.
Umut insanın ekmeği.
Gerçekleşse de gerçekleşmese de yapacak bir şey yok.
İnsanların her zaman gelecek için en umutsuz durumlarda bile minicikte olsa sol yanında bir umudu vardır.
Ötelenen, ertelenen hep bir şeyler olmuştur
Olacaktır da.
İçinde bulunduğumuz şu ana dair.
Bugüne dair.
Yarına dair.
Geleceğe dair.
Hali ile de geleneksel bir Yeni Yıl yazısı yazmamız kaçınılmaz.
Biraz nostalji…
Biraz özlem barındıran.
Biraz yarınlara dair içinde umutlar bulunan…
İçimizdeki umudun hiç eksilmemesi temennisi ve dualarımız ile birlikte inşallah.
GEÇEN YIL(LAR)A DAİR…
İnsanımız sanırım şunu yapmıyor.
Geçen ya da geçmiş yıllara dair bir hesap.
Ya da içsel manada bir muhasebe.
Bunu sanırım genelde şirketler ya da büyük çaplı firmalar yapıyor.
Ne aldık, ne verdik, nasıl bir istihdam yarattık.
Bir önceki yıl beklentilerimiz, gerçekleşme oranı, geleceğe dair yeniden bir yapılanma vesaire…
Sanırım bu biraz da içinde bulunduğu kısır döngüden kaynaklanıyor.
İnsanlar bunalım toplumunu dönüşmüş durumda.
Rahat bir nefes alıp, düşünmeye, kendini sorgulamaya, toplumu, olayları, siyasileri bile nerede ise sorgulama şansı yok bir çok kişinin.
Şükürcü toplumların kaderi de bu zaten.
Kuru ekmek ve çorbaya talim.
O nedenle de bu soruyu kendimize hiç sormuyoruz sanırım.
“Neydim, ne olacağım?!...”
Maalesef insan olarak fıtratımızda bu var.
Dünya bize kalacakmış gibi, hiç ölmeyecekmişiz gibi hoyratça yaşamak.
Hem de bırakın gelecek haftayı, gelecek ayı, gelecek yılı…
Bir saat sonrasının bile garantisi olmadan!...
Hiçbir zaman ne olacağımıza dair bir düşünce yapısına sahip değiliz…
Keşke biraz daha empati yapabilme yeteneğimizi geliştirebilsek ve kendimizi biraz da başkalarının yerine koyarak düşünsek…
Acaba bu kadar vurdumduymaz, saygısız, kinci ve insanları hep alt seviyelerde görür müyüz?
Ya da kendimize layık gördüklerimize onları da ortak edebilir miyiz?
Çoluğumuzu, çocuğumuzu el üstünde tutarken, başkanını ve çocuklarını hor ve hakir görüp bir başka kaybedişin mimarı olmuyor muyuz?
BEN MERKEZCİ…
Hayatta hep kendimizi merkeze koyuyoruz.
“Bizden başkası yok sanki bu alemde!”
Herşeyin en güzelini kendimize yontuyor.
Yakıştırıyor.
Beğeniyor.
Allayıp, pulluyor, pazarlıyoruz.
Başkasına gelince de kanırtmaya devam.
Makamların, mevkilerin gelip-geçici olduğunu görmezden gelerek.
“Bir günün beyliğini beylik sanarak”
Vuruyor…
Kırıyor…
Döküyoruz…
Adam yerine koymuyoruz.
Hal bilmeden…
Hatır sormadan…
Selam sabah yok zaten.
Hal, hatır mı?
Hak getire…
Kafamıza göre takılıyoruz.
İnsanları yok sayarak.
Sürekli bir tenkit…
Sürekli bir aşağılama.
Saygıyı bitirmiş…
Sevgiden yoksun…
Makyevellist bir yaşam tarzının nobran dışa vurumu ile birleşen megolamaninin zirvesi adeta…
PARA GEÇER AKÇE Mİ?
Hep şunu yapıyor insanlar.
“Paran kadar konuş!”
Ne kadar büyük bir yanılgı.
“Ben var ya ben, hepinizi satın alırım!”
Ne yazık ki düzen bunu getirdi.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye de soruyorlar ara sıra kendini ve kim olduğunu bilmeyenler ya da kendinin kim olduğunu unutanlar!...
İnsanlar ekonomiyi her şeyin önüne koymaya başladı.
İtibar maddiyatla eş değe hale geldi.
Bir çok şey erozyona uğradı.
Hatta ve hatta kasıtlı olarak uğratıldı.
Unutmayın ki bir gün “Demir kapının tahta kapıya işi düşer!”
KİM NE DERSE DESİN!...
Son söz mü?
Unutmayın…
Unutturmayın.
Dünya’da adil olan tek şey;
Herkesin ölecek olmasıdır.
Sonrası sorgu-sual.
Bu nedenle bitirelim artık.
Ne kadar uzatırsan uzat, insanların anlama yeteneği kapasiteleri kadar.
Başlığımız da verdik zaten.
Fazla söze gerek var mı?
“Bir ezan ile gelip, bir sela ile giden ey insanoğlu.
Bu kadar böbürlenmeye gerek var mı?”
Yeni yıl hayırlara vesile olsun inşaallah…