Özel bir toplantıda, MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli; "Terörsüz Türkiye'nin adım adım ilerlediği bir dönemde, iki Cumhurbaşkanı Yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olabileceği değerlendirilmiş. Alevi de bizim, Kürt de bizimdir" demiş.
***
Tabii bu söz yalanlanmadı, siyakı ve sibakına bakınca “üniter devletten” vazgeçeceğimiz anlamına gelmeyeceği açıklaması geldi. Tabii, haber basına düşünce, tepkiler gelmeye başlayınca, dört-beş gün gecikme ile açıklama geldi.
***
Tabii, “üniter devletin” karşısında olanların temel dayanağı, yirmi bir maddelik 1921 Anayasası’nın 11. Maddesi. Buna dönelim ve buradan başlayalım, diyorlar.
***
O da şu:
Madde 11.- Vilâyet, mahallî umurda mânevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir. Harici ve dahili siyaset, şer'i, adlî ve askerî umur, beynelmilel iktisadî münasebat ve hükümetin umumi tekâlifi ve menafii birden ziyade vilâyata şâmil hususat müstesna olmak üzere Büyük Millet Meclisince vazedilecek kavanin mucibınce Evkaf, Medaris, Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafıa ve Muaveneti İçtimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilâyet şûralarının salâhiyeti dâhilindedir.
***
Tabii, “Vilâyet, mahallî umurda mânevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir”, cümlesine takılıyorlar. Devamını görmüyorlar. Vilayetlerin yapacağı işler konusunda, “Büyük Millet Meclisince vazedilecek kavanin [kanunlar] mucibince [gereği]” ifadesi var. Yani, vilayetlerin kanun yapma yetkisi yok; özerk değil.
***
Demem o ki, Türkiye Cumhuriyeti, federasyon üzere değil, “üniter yapı” üzerine kurulmuş, sonradan şekil değiştirmiş değildir. Bunca zamanda, yerel yönetimlerin görev, yetki ve sorumlulukları çok farklı değişikliklere sahne olmuştur. Anayasamız da öyle. Ama esas olan “üniter yapı”.
***
“Türkiye Cumhuriyeti üniter devlet esasına göre kuruldu”, demiştim. Peki “üniter devlet” nedir? “Üniter devlet, merkezi idarenin üstünlüğüne dayalı ve idari birimlerin (ulusal ölçeğin altındaki birimlerin) sadece merkezi yönetimin devretmeyi uygun gördüğü yetkileri kullanabildiği, tek bir birim olarak yönetilen devlet.
***
Üniter devlet, merkeziyetçi, merkezi birimlerle yönetilen, yerinden yönetilen idari birimlere sahip olabilir, ancak bölgeler ayrılma hakkına sahip değildir.”
***
Mer’i, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 3'üncü maddesine göre, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür”. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olması onun “üniter devlet” olması demektir.
***
Üniter devletin zıttı “federasyondur”. Federasyon, merkezi bir federal hükümet altında kısmen “öz yönetimli” eyaletlerin veya diğer bölgelerin anayasal olarak örgütlenmiş bir birliği veya ittifakıdır.
***
O nedenle, “üniter devlette”, devletin başına kimin geleceği önemli değildir. Önemli olan, özgür bir biçimde halkın önüne konan “sandık” belirler bunu. Sandıktan kim çıkarsa, Anayasa ve yasaların belirlediği süre o yönetir. O nedenle, yöneteceklerin dini, etnik yapısı, dili, cinsiyeti önceden belirlenemez.
***
Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’n de farklı etnik ve inanç gruplarına mensup kişi ve kişiler yönetmiştir, şimdiye kadar.
***
Tabii, devletin resmi dili Türkçe… Öğrenim dili de… Bu, farklı dillerin öğrenilmesine, öğretilmesine engel değildir. Aksi bir durum, ülkeyi kaosa ve parçalanmaya götürür.
***
Osmanlı özlemi çekenlere şunu anımsatırım. Önce, 1876 Kânûn-ı Esâsînin 18. Maddesini paylaşmak istiyorum:
***
MADDE 18.- Tebaai osmaniyenin hidematı devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan türkçeyi bilmeleri şarttır.
***
Osmanlı’nın mutlak egemen olduğu bölgelerde, ahali Türkçe konuşur. Halk ozanları Türkçe yazar, söyler. Fuzuli’nin, Baki’nin, Nabi’nin, Şeyh Galip’in. Nedim’in vd. şiirleri Türkçedir. Bakmayın siz, kullandıkları sözcükler arasında, farklı dillere ait, Arapça ve Farsça karışımı Osmanlıca sözcüklerin kullandığında. Bu, bütün dillerde vardır, aslında, sözcük bağlamında, “saf” bir dil bulamazsınız.
***
Devletin dili Türkçe, kadıların dili Türkçe, Ordu’nun dili Türkçe… Mevlana gibi Farsça/Arapça yazıp çizenler yok mu? Elbette var. Bu, genel durumu değiştirmez.
***
O nedenle, dilde “teklik” çok önemlidir. Devletin yapı taşıdır. Bunu çekip aldınız mı, yapı yıkılır. Doğal olarak etnik ve inanç gruplarına göre düzenlenen devlet yapılanması da yıkılmaya mahkumdur. O nedenle, Sevr Anlaşmasının ilgili maddelerine bakmak gerekir, Osmanlı mülkünde nasıl bir yapılanma istenildiğine.
***
Mesela, Kıbrıs Cumhuriyeti’n de başkan yardımcılarından birisi Türk ve diğeri Rum idi, Londra ve Zürih anlaşmaları gereği. Yıkıldı.
***
Yugoslavya, ırak, Suriye, Lübnan paramparça oldu. Şayet bu devletler, çağdaş demokrasilerin temeli olan “üniter yapı” esasına göre örgütlenebilseydi, param parça olmazdı. Devlet, “eşit vatandaşlık” üzerine kurulursa, ebediyen ayakta kalır. Mustafa Kemal Atatürk’ün büyüklüğü ve vizyon sahibi olduğu burada.
***
Yine mesela, ABD, elli bir eyalete sahip. Çok dilli, çok inançlı bir yapı mevcut ama resmi dili İngilizce ve vatandaşlık esasına müstenit bir yönetim… Hakeza Almanya’da öyle. Almanya’da da eyaletler var fakat resmi dilleri Almanca.
***
Gelin, bir asırda oluşan “üniter yapıyı” bozacak, çivisin sökecek eylem ve işlemlerden vazgeçelim. Milletten, ümmete; vatandaşlıktan, kulluğa geri dönüş yapmaya kalkmayalım. Yoksa, enkazın altında kalırız. Ülke paramparça olur. O nedenle laik/seküler, demokratik, üniter Cumhuriyetin ipine sımsıkı sarılalım.