On gün önce, Hisarcık’ta sabah ve akşam soba yakarken, şimdi, temmuz sıcakları bastırdı. Nefes alamıyorsun. Taşa yumurta kırsanız, hemen pişecek. Yazıyı yazarken (Pazar) saat on civarı… Bizim ev muhkem, altmış santim taş duvarlı, çatılı, henüz güneş vurmayan oturma odamızda sıcaklık yirmi altı derece. Bu saatte ve sonrası dışarı da ne olacak siz tahmin edin.
***
Ölçmeye devam ettim. İkindi vakti saat 16:00’da güneşte kırk; gölgede otuz beş derece ölçtüm. Eş zamanlı, evin içinde otuz dereceydi sıcaklık. Böyle havaya; “yaprak kımıldamıyor!” derdi, eskiler.
***
Hem de ne biçim sıcaklık var! Zorunlu haller hariç dışarı çıkmak hiç de doğru değil hele yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar…
***
Gölgede, 0tuz beş dereceyi varan sıcaklıkla karşılaştık. Oysa, gündönümü (21 Haziran) ile yumuşak bir geçiş olur, sağanaklar gözükür, yavaş yavaş hava ısınmaya başlar, temmuzun üçüncü haftasında pik yapar ta ağustos ortasına kadar. Zaten eskiler; “ağustosun on beşi yaz, on beşi kış” derlerdi. Çocukluğumda, 1950’li yılların ortalarında, ağustosta kar yağmıştı, Hisarcık ve civarına… Başka nerelere yağdı? Anımsamıyorum.
***
Bu süreçte önce kayısılar ve dutlar “akar”, üzümlere “alaca” düşer; kirazlar dalları kırardı ama bu sene öyle olmadı. Önce “don”, meyve bırakmadı, tanesine hasret kaldık. Sonra aşırı sıcak, kafamızı sokacak gölge aratıyor.
***
Kayısı ve duttan bıkardı kadınlar, çocuklar; “bitmez olasıca!” derlerdi. Toplanacak, kurutulacak, kaldırılacak.Tabii, duaları tutu; “ya öyle mi, vermeyim de bir görün!” dedi Mevlam… Bazılarına göre doğa…
***
Artık kadınlar rahat gezmeye gider “öğle ve ikindi gaflesin””; çocuklar rahat oynar, “herifler, meyve taşımaktan kurtuldu şehire.!”
***
İnanın bu günlerde, kiraz toplamaktan, dağıtmaktan başımızı alamazdık. Buna rağmen yarıdan fazlası dallarda kalır; kuşlara yem olur. Kalan da yer düşer, fermente olur, şarap kokusu sarar etrafı. Üzerine de arılar gelir.
***
Eve yakın olanları silkeleriz, dökülüp etrafı kirletmesin diye… Sonra bunları tırmıkla toplar, toprağa gömer ya da çöpe atarız.
***
Diyeceksiniz ki, madem öyle, satın! İşte bizim için en zor şey bu? Yedi dönüme yakın bahçemizde, bu iklime has, envaı çeşit meyve var, şimdiye kadar ne yaşını ve ne de kurusunu satmak nasip oldu. Biz, ebe ecdattan, dede ve atadan öyle gördük.
***
Tabii, arsa çok kıymetlendi. Ağaçları ölüme terk edip, parselasyona da vicdanımız elvermiyor. Dostlar, anlayacağınız, “vicdanımız ile cüzdanımız” arasında gidip geliyoruz. Tabii, yeterince “sulama suyu” bulamayacak olunca, biz de ne yapalım, ölüme terk edeceğiz, “evladımız” gibi büyüttüğümüz meyve ağaçlarını.
***
İnanın yedi dönüme yaklaşan bahçemizin neresinde, hangi ağaç var bilirim… Ne zaman diktiğimizi de ya da ne zaman aşı yaptığımızı da…
***
Ne diyelim, hayırlısı!..