NEBAHAT ERDOĞAN

Tarih: 30.04.2025 15:15

SON NEFES…

Facebook Twitter Linked-in

Bir çığırtkanlıkla başlar ilk nefes, gözlerini açar dünyaya, daha hiçbir şeyi kavramasa da açılır o gözler bir umutla…

Hayata gelişin ilk nefesi, hayata bakışın ilk bakışı…

Sonra hayatın ilk nefesiyle son nefesine kadar olan bir yarış başlamıştır.

Umutlar önce sağlıklı bir yaşam sunmak doğan her bebeğe,

Ardından iyi bir eğitim, iyi bir gelecek hazırlamaktır.

Bunun için her bireyin kendince mücadelesi başlar.

Son nefesi verene kadar…

Ama o son nefes ne zaman gelir bilinmez.

İlk adımlarla başlayan koşturmaca, okul, eğitim, çalışma hayatı boyunca, bir umutla emeklerini biriktirmeye başlar.

Çünkü ileriki yaşlarda rahat bir yaşam sürmek için…

İnsan çalıştığı dönemin karşılığı almak ister. 

Yaş ilerledikçe dinlenmeye daha çok ihtiyaç duyar.

Sağlıklıyken, nefes alabiliyorken emek verdiği yılların keyfini çıkartmak ister.

Ama bizim çalışma bakanımız koşulları ve insanları yaşam standardını yükseltmek yerine “son nefesinize kadar çalışın” diyerek, itirafta bulunur gibi, ülkemizin ekonomik şartlarının yetersizliğini dile getirmiş oluyor.

Son nefes ne zaman gelir bilmiyoruz sayın bakanım,

10 yaşında mı gelir), Yüz yaşında mı gelir? Nerden bilelim,

Kahin mi sandınız bizi!…

Gerçi Türkiye ortalamasında hayatta kalma yaşı Erkekler için 70, kadınlar için ise 80’e kadar çıktı.

Bu yaş ortalaması pandemiden sonra biraz değişti. 

Bunları göz önünde bulundurarak “Son nefes” demekle hangi yaşı kastettiniz acaba?

Yaşam koşulları, hayat şartları, ekonomik bozukluk, enflasyon, yaşam kalitesinin düşmesi, insanları son nefesine ulaştırmıyor, yaşarken öldürüyor…

Çalışma şartları ve emekli maaşının bir aileyi geçindirmeye yetmediğini kendiside biliyor.

Yıllar içerisinde kapanan iş yerlerinin sayısı oldukça yüksek rakamlara ulaştı. İşsizliğin artması,  istihdam sağlamak artık neredeyse yok denecek kadar az.

Bunu yurt dışına da daha iyi bir gelecek sağlamak amaçlı giden, kişi sayısının artışından biliyoruz.

1 MAYIS…

1 Mayıs’ın Tarihçesi 1880’li yıllar, ağırlıklı olarak kol emeğinin kullanıldığı ve çalışma şartlarının çok kötü olduğu belirtiliyor.

Küçük çocukların 14-15 saate kadar karın tokluğuna çalıştırılması söz konusuydu. 

İlk kez Avustralya'nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesinden Parlamento Evi'ne kadar bir yürüyüş düzenlediler.

1 Mayıs 1886'da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. 

ABD’nin Şikago kentinde 40 bin tekstil işçisinin gerçekleştirdiği eylem kanla bastırıldı. Aynı kentte, bir fabrikada 8 saatlik işgünü için greve çıkan 1400 işçi işten atıldı. Aynı tarihlerde greve çıkanlara ateş açıldı ve 4 işçi yaşamını yitirdi.

Bu eylemlerinden sonra, sayıca çok kalabalık olarak, işçi emekçiler gösterilerini ve yürüyüşlerini her 1 Mayıs’ta  yoğun bir şekilde devam ettirerek;

“4 Mayıs'ta kanlı HaymarketOlayı'na yol açtı. Uygulanan yasal baskılarla bu gösterinin tekrarlanması engellendi. 14 Temmuz-21 Temmuz 1889'da toplanan İkinci Enternasyonal'de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada "Birlik, mücadele ve dayanışma günü" olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi.”

Evet zamanla 8 saatlik iş günü birçok ülkede resmen kabul edildi. 

Ama hak aramanın bedeli ağır olmuştu…

Ve mücadeleyi, idam edilenler, işlerinden atılanlar kazanmıştı, 1 Mayıs emekçinin, işçinin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazandı.

Tarihsel araştırmalara baktığım zaman 1 Mayıs,  “Günümüzde sosyalist ülkelerde (ÇinKuzey KoreVietnamLaosKübaVenezuelaNepalBolivya) ve daha birçok ülkede tatil günü olan 1 Mayıs'ı işçiler büyük kitle gösterileriyle kutlar; bazı ülkelerde 1 Mayıs siyasal bir eylem biçimini de alır.

Ülkemizde ise tamamen siyasallaşan 1Mayıs, 1921 yılında işgal kuvvetlerinin yasaklarına rağmen,  gösteriler yapılmaya devam etti.

1923 yılında 1 Mayıs  yasal olarak “İşçi Bayramı” olarak ilan edildi.

Fakat 1924 yılından itibaren 1 Mayısta kutlamaları, ayaklanmaları bastırmak amaçlı olsa gerek yasaklanmış, 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu sonrasında kutlamalara izin verilmedi ve 1935 yılına kadar hemen hemen her yıl ancak gizli kutlanabilmiş.

Anlaşılan o ki; 1Mayıs hep “yasak”larla yaşanmış.

Hak arayanlar suçlu ilan edilmiş.

Günümüzde de değişen bir şeylerin olmadığına şahit oluyoruz.

Resmi olarak kutlanması ilk kez 1 Mayıs 1923 yılında oldu.

Taksim Meydanı'nda 1977'de düzenlenen 1 Mayıs’ta, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşması sırasında meydandakilere ateş açılması sonucu en az 34 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ise 1 Mayıs, bayram olmaktan çıkarıldı ve kutlanması yasaklandı.

1 Mayıs, 2009'da "Emek ve Dayanışma Günü" adıyla tekrar resmi tatil ilan edildi ve kutlanmaya başlandı.

Bayram havası yerine, emekçiye, hakkını aramak için ses yükseltenlerezulüm günü olarak kutlanıyor.

Yasaklar konuluyor, güvenlik hiç olmadığı kadar artırılıyor. 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan “Türkiye’de 1 Mayıs bugün artık toplumda olgunlaşmış bir demokratik bilinç ile emeğe saygı ekseninde kutlamalar şeklinde gerçekleşiyor. 

Ama hamd olsun her zaman milletimizin sağ duyusu bu süreçlerde galip gelmiştir. Biz de AK Parti olarak bu konuda çok güçlü ve tarihi adımlar attık. 2009 yılında 1 Mayıs resmi tatil olarak ilan edilerek, bu topraklarda emeğe verilen değer,hukuki ve sembolik anlamda da tespit edilmiş oldu.”

Anlaşılan sayın bakan 1 Mayıs’ı tatil etmekle emek ve emekçiye değer verdiklerini düşünmüş.

Oysa ki emekçi hakkını aramak istediği zaman, polisin orantısız gücüne maruz kadı,

Hakkını aramak istediği zaman karşısına tomalar dikildi,

Hakkını aramak istediği zaman hainlikle suçlandı,

Hakkını aramak istediği zaman, terörist ilan edildi,

Hakkını aramak istediği zaman işten çıkartılmakla tehdit edildi.

Bunları sadece 1 Mayısı tatil etmekle kapatamazsınız.

Bunları klişe sözlerle yaşanmamış gibi gösteremezsiniz.

Emek ve emekçinin hakkını savunacaksanız öncelikle verilen sözleri yerine getirmelisiniz.

Yoksa her günü tatil etseniz ne yazar…

 

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —