Şiir dünyasında, Divan şiirinin çok bilinen ve çok sevilen dizelerinden bazı örnekler ve anlamlarını vermeye çalışacağım. Bu seçilenlere birer “berceste” de diyebiliriz... Kaynak olarak da; Necmettin Halil Onan’ın “İzahlı Divân Şiiri Antolojisi. MEB İstanbul/1997” kullanılmış; bazı sözcükler tarafımdan günümüz Türkçesi ile verilmeye çalışılmıştır. Umarım, bir yanlışlık yapmam; yine umarım affolunur!..
***
İlki Nefi’nin (1572-1635) ünlü gazelinden iki beyt. Bu gazelin, klasik dönemin büyük besteci Buhûrizâde Mustafa Itrî (1640-1711) tarafından segah makamında bestelendiğini de biliyoruz... Itrî Efendi, genetik geliştirdiği “Mustafa Bey armudu” ile de meşhurdur.
Tûti-i mu’cize gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil
(Mucize gibi sözler söyleyen bir papağanım. Dediklerim laf değildir. Felekle konuşamam; tenezzül etmem; çünkü onun aynası, kalbi temiz değildir). (O benim seviyem de değildir.)
Ehl-i dildir deyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
(Gönlü temiz olmayana gönül ehli diyemem, gönül ehillerinin birbirlerini bilmemesi insafa değer bir iş değildir.)
***
Söz Nefi’den açılmışken bir bilgi daha verelim: “Sihâm-i kâzâ” (Kaderin okları) Nefi'nin, hicivlerini topladığı divanın adı. Söz oyunları ve alaylı ifadelerle dolu, ciddi bir eleştiriden çok ona buna laf sokma niteliği taşımaktadır. Bu kadar laf sokmanın elbette bir bedeli olmuş ve Nefi;
"Gökten nazire indi sihâm-ı kâzâsına
Nef'i diliyle uğradı hakkın belasına"
dizelerinin anlattığı gibi katledilmiştir. (Ekşi Sözlük)
***
Şu dizelerde Nefi’ye ait. Sanırım açıklamaya gerek yok.
Müftü efendi bize kâfir demiş
Tutalım ben O'na diyem müselman
Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere
İkimiz de çıkarız orda yalan
Tahir efendi bana kelp demiş
İltifadı bu sözde zahirdir
Maliki mezhebim benim zira
İtikadımca kelp tahirdir
***
16. yüzyılın ünlü divan şairlerinden Fuzûlî’nin (Kerbela 1494-Kerbela 1556) yine ünlü gazelinin ilk iki beyti. Buna, lisede, Nihat Sami Banarlı merhumun Türk Dili ve Edebiyatı’nı ders kitabı olarak okuyanlar iyi anımsayacak:
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı
(Sevgilim beni candan usandırdı, kendisi cefâdan usanmaz mı? Ahımdan felekler yandı muradımın mumu hâla yanmayacak mı? Arzuma kavuşmayacak mıyım?)
Kamu bîmârına cânân devâ-yi derd eder ihsân
Niçun kılmaz bana dermen beni bîmâr sanmaz mı
(Sevgili bütün hastaların, âşıkların dertlerine deva bağışlar; fakat bana niçin derman vermez, beni hasta, âşık sanmaz mı ki?)
***
Yine Fuzûlî’nin çok meşhur ÂL-i ABÂ mersiyesi’nden aldığımız bir beyti veriyoruz. Bilindiği gibi Pençe-i Âl-i Abâ; Peygamber Efendimizin ailesine denir ki bunlar kendisiyle beraber kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ve Şehid-i Şâh-ı Kerbelâ Hz. Hüseyin. Zaten bu mersiyede Kerbelâ olayı üzerine yazılmıştır.
Dûd-i dil-i pürâteş-i ehl-i nezâreden
Etmişdi perdedâr-i harem Şâh-i kerbelâ
(Bu olaya şahit olanlar ateşli gönüllerinin dumanıyla çoluk çocuğunu perdeleyip saklamışlar.)
***
Kerbelâ olayının elemli hatırasını anmak için Hz. Ali taraftarları ya da “Ali bağlıları/muhibleri”, ki, merhum Fuzûlî de bu zümredendir, her sene Muharrem ayının 10. günü mâtem ayini yaparlar. Bilndiği gibi Fuzûlî de şiî; “Vahdet-i vücud” okuluna mensup. Nevinin mükemmel bir örneği olan bu mersiyeyi yazmış.
***
Fuzûlî’den başka XIX yüzyıl şairlerinden Makâlîd-i Aşk (Aşkın Hazineleri) sahibi Musâ Kâzım Paşa’nın, çok bilinen, çok okunan;
“Düştü Hûseyn atından sahrâ-yi Kerbelâya
Cibril var haber ver Sultân-i Enbiyâya”
“beyti tekrar eden” manzumesi de, edebiyatımızda başarılı ve etkili bir Kerbelâ mersiyeleri arasındadır.
***
Ve nihayet sırada XVII. Yüzyıl divan şairlerinden Sabit’e ait bir beyt var:
Sunar bir câm-i memlû bin tehi peymâneden sonra
Döner vefk-ı murâd üzre felek ammâ neden sonra
(Bin boş kadehten sonra bir dolu kadeh sunar; felek insanın istediği gibi döner ama neden sonra)
Son mısra; “Felek ehl-i dili dilşâd eder eder ama neden sonra” biçiminde de söylenir. Tabii, vezin tutar mı? Onu da dostlarımıza soralım.