KADİR DAYIOĞLU


ŞEVKET ÜNAL ÖZKAN (1941-2025) (1)

Altmış bir yıllık dostum, arkadaşım, abim Eczacı Ünal’ı (Özkan) kaybettik.


Altmış bir yıllık dostum, arkadaşım, abim Eczacı Ünal’ı (Özkan) kaybettik. Meşum hastalığa yakalanmıştı, Çok ızdırap çekiyordu… Son bir hafta, on gün eczaneye gelemiyordu. Çok acı çekiyordu; “benden bu kadar!” dedi, el sallayarak uçtu gitti. Acı haber tez ulaşır derler, onunki de öyle oldu. İbrahim Öztaş haber verdi, “Ünal Beyi” kaybettik dedi, bir sonbahar sabahı; tarih 15 Kasım 2025… Anlayacağınız, “bir sonbahar sabahı güneşle” değil acı ile uyandık…

***

Duyar duymaz gözyaşım dökülmeye başladı, yarım asır öncesi başlayan dostluk, gözlerimin önünden filim şeridi gibi geçti gitti… Dile kolay altmış bir yıl… Karşılıklı sevgimiz, saygımız hiç eksilmedi. Ben, ona, “Ünal Abim!” derim; o da bana “Kadir dedem!”, derdi… Rahmetli pederin de çok yakın dostuydu. Eczaneye geldi mi, “anamın evine geldim!”, derdi.

***

Eczane, gelip geçenlerin uğradığı, buluşma yeriydi. Her cumartesi mutlaka, “diyet” olsun diye, “soğan” ağırlıklı, “yağsız etli” kıymalı yerdik. Asla kimseyi, elinin cebine attırmazdı. Sadece, benim getirdiğim kiraz ve elmayı ikram ederdi. Ara sıra, dostların getirdiği meyveleri de…

***

Çok mürüvvetleydi, eli açıktı; yoğun hastalığı nedeniyle, son yıllarda “kıymalı” partilerine ara verdik. Bir daha da kısmet olmadı. Ama bir kere bana, çaktırmadan yaptırttı… Bazen, peynirli… Nadir olarak sucuklu ve pastırmalı…

***

Dedim, büyüğüm, ağabeyim… Dost insan… Baba dostu… … Hemen hemen her gün uğrardım Eczaneye… Kıymalı müşterisi boldu. Bazen, “kıymalıcıların” sayısı on beş, yirmiyi bulur. Tabii, camiye gidenler de unutulmaz, namaz sonrası denk getirilir. Tabii, ilaç almaya gelenlere de, zorla da olsa ikram edilirdi. İki kişinin, gelmezlerse, kıymalısı mutlaka ayrılırdı Rüştü Abinin ve rahmetli Yaşar Hocanın (Uğur). Hele bir ayrılmasında siz görün!.. Yaşar, teklifsizce, mutfağa girer gibi, laboratuvar kısmına girer, “nerede benim kıymalım!”, diye kıymalı arardı. 

***

Yaşar, en küçüğümüz, çok koyu Fenerli, Ali İhsan Varinli gibi. Fener’i bir eleştirin de görün, nasıl kıyamet kopuyor. Bunu bilen “Cim bomlu” Suat Hastorun ile İbrahim Öztaş, çaktırmadan “kılçık atıp!”, köşeye çekilip kıs kıs gülerlerdi. Bir de bakmışsınız, ortalığa bomba düşmüş. Kısmet olursa, “kıymalıcıları” ve diğer müdavimleri ayrı bir konu yapacağım. 

***

Bir de bakmışsınız, gelen, fırından gelecekten çok olunca, hemen Hilmi’ye haber uçurulur; mesela “iki ekmek fazla olsun!”, denirdi. Tabii, kıymalı daha ince ve daha “diyetli” olurdu. Bu hale, “kıymacıların” en küçüklerinden olmama rağmen takılır; “neredeyse, et/soğan kokulu pide yiyeceğiz!”, derdim.  Öyle ya, “kıymacıların” sayısı artmış, malzeme fırına verilmişti; yapacak bir şey yoktu artık. 

***

Gelemediğim zamanlar, merhum Çetin Çavdaroğlu abi; “herhalde, fırın ağzı yanında kaymaklı kadayıf vardı, gittiğin yerde!”  diye takılırdı, bana. Çetin abimizin lakabı, Emniyet Müdürlüğü yaptığı için, “müdür”. Avukat Metin Çavdaroğlu kardeşi olur. Onu da, bir kış günü, Ünal Abi ile Talas’ta defnetmiştik. Yine kar yağıyordu, o gün.

***

Bir kısmı rahmeti rahmana kavuşan, “kıymalıcıların” anımsayabildiklerim: Ali İhsan Varinli, Fikret Horozoğlu, Sadık Nakipoğlu, Halis Ünsal, İbrahim Yardımcı, Rasim Besceli, Hüseyin Şafak, Yaşar Uğur, Suat Hastorun, Rüştü Yurteri, Haydar Şengül, Hasan Şafak, Can Coşkun, Çetin Çavdaroğlu, Mustafa Derin, Mahmut Gül, Celalettin Büyükbaş, Ercan Demirel, Mehmet Özkan, Bankacı İsmail Abi, Mustafa Şerbetçioğlu, Nurettin Nurdal, Aksan Kayan, İsmail Ulusoy, Mustafa Demir, Ahmet Ökten, Ali Bekarlar, Güner Akgün, Fehmi Katırcılar, Çetin Eserdağ, dükkan komşusu ve her şeyi Hilmi Korubaşı, İbrahim Öztaş, Mehmet ve Hatıp (Atıf) Hasşerbetçi kardeşler. Bir de dışardan gelen dostları mutlaka uğrardı eczaneye, onlar da yerdi kıymalıdan

***

Özkan, can dostu, sırdaşı, akrabası Rüştü Abi için; “Bir Allah’tan bir de Rüştü’den korkarım!” derdi. Sıkıntılı son yıllarında Katırcılar ve Korubaşı çok yardımcı oldular, Ünal Abi’ye… Bunlara, zaman zaman Öztaş da eşlik ederdi. “Emine Abla” her zaman yanındaydı. Allah onlardan razı olsun; herkese bunlar gibi dost nasip etsin. Arada bizim rahmetli Ali Şahin Feyzioğlu, Eyüp Hoca (Özbay) ve Yusuf Akdamar’a da nasip olurdu kıymalı. 

***

Tabii, kahrımızı çeken, Ünal abinin yardımcısı Emine Abla (Yaldız) kadronun baş elemanı… Hilmi ise, bulunmaz bir insan, fırına o gider, ne pişti ise alır gelir. Çok maharetli, sıkıştığım zaman ona sorarım. Her konuya aklı erer ve bilir. Bir şeyi mesela ne zaman emekli olacağını ya da bir nesneyi nerede bulabileceğini Hilmi’ye sorun kâfi…  Mesela, ev aletlerini mükemmel tamir eder; bilgisayardan anlar. Hasılı kelam, “yitik” birisi onun gibisi çok az az bulunur.

***

Ünal abiyi, 1964 yılının güzünde, İstanbul Çapa’da bulunan Kayseri Talebe Yurdu’nda tanıdım… İÜ İktisat Fakültesi’ne kayıt yaptırmıştım. Benden dört yaş kadar büyük, 1941 doğumlu. Yurt, birkaç yıl öncesi, Laleli’deymiş… Eskiler, “Laleli Yurdu” olarak anarlar… Sonra otel olmuş.

***

Çapa’da ki yurtta, aynı odada birlikte kaldık… Kimler yoktu ki bu odada… Merhum Enver Tapkan (Doktor), Mümtaz Akçura (Doktor), Zafer Arı (Prof, Doktor), merhum Nurettin Hasşerbetçi (Doktor); kemani Erdoğan Onuş (Öğretmen, Avukat), Ahmet Bağdatlı (Doktor), Ahmet Özçay (Avukat), merhum Servet Toğan (Doktor), Rüştü Yurteri (Diş Hekimi)…

***

Odanın özelliği, genelde solcu, “Kuvvacı”, CHP’li, TİP’li devrimci öğrencilerin kalmasıydı… Başka odalarda da benzeri arkadaşlarımız da yok değildi ama bizim odada bunlar çoğunluktaydı, çoğu zaman boş ranzalara sınavla öğrenci alırlardı… Herkesi, odalarına almazlardı… Tabii, çoğu tıbbiyeli ve haliyle ekabirdi… O zaman “sağ görüşlü!” benden başka kimse yoktu.

***

Benim torpilim merhum, Nurettin Hasşerbetçi (Nuri abi), namı diğer “W Nurettin” olduğundan ben sınavsız kaldım 24 ya da 23 nolu odada… Özkan, yatak komşumdu… Alt ranzada yan yanaydık. Benim kimya bilgime hayran kalırdı. Ben de övünerek, merhum eczacı Özdemir Akgün’ün öğrencisi olduğumu söylerdim. Öyle ya, Lise iki ve sonu onda okumuştuk. Yarın da devam edeceğim.