İBRAHİM PEKBAY


SEN ANLAT KARADENİZ…

Benim Karadeniz sevdam hiç bitmedi de, bundan sonra ancak anıları yazabileceğiz malum yasa çıktıktan sonra, alıştırma yapıyorum şimdiden…


Dizi vardı başlıktaki ismi taşırdı…                           

Ama bu kez Karadeniz’i ben anlatacağım size.

Henüz 5 yaşındaydım ki denizi ilk kez İzmir’de Kordon boyunda gördüm.

Denizin kenarında duvar vardı.

Aradan yıllar geçti, ilk okul 3. sınıfta iken babamın tayini Zonguldak’a çıktı, en keyifli tren yolculuğu ile Zonguldak’a vardık, dediler ki “Kilimli’ye gideceksiniz…”

Yıl 1956 ve o tarihte Kilimli, Zonguldak’ın nahiyesi…

Gittik…

O güzellik size bir çırpıda anlatılmaz ki…

Dört katlı bir bina, birinci katı babamların dairesi, ikinci katta biz oturuyoruz, üçüncü katta yine daireden Mehmet Amcalar oturuyor. 

Bizden biraz küçük iki çocukları var, Mustafa ve Serpil…

En üst katta ise Mediha hanım, edebiyat öğretmeni, bir kız bir erkek iki çocuğu var. 

Eşi Ali Bey amca İnşaat mühendisi, aldığı inşaat nedeniyle ailece gelmişler.

Zaman içinde bu üç aile, bir aile oldu…

Evimiz deniz kenarındaydı. Önünde parke kaplı bir yol, eni belki 6 metre, sonrası 50 metre sahil…

Deniz, burnumuzun önünde de, burası Karadeniz, her denizin dalgası ile dans edersiniz de Karadeniz’in dalgası ile dalga geçilmez.

Üstelik, İzmir’de gördüğümüz gibi denizin duvarı da yok. Koca koca dalgalar sahile vurduğunda, pencereden bakarken bile yüreğin oynuyordu.

Uzunca bir süre sahile inemedim, deniz kenarına . 

Oysa okulumuz, Sahilde  “Mahfel” denilen tek salonlu bir odada idi, denizle iç içeydik.

Bir gün sabah kalktım, dışarı baktığımda denizin kenarına sanki duvar çekmişlerdi.

Açıkta bir göl duruyordu…

Deniz ise çarşaf gibiydi.

Bütün cesaretimi topladım, sahile koştum.

Vardım ki gördüğüm duvar değildi, sonradan öğrendiğim kadarı ile “Duba” denilen bir şeydi.

Açıktaki gemiden denize kütük atıyorlardı, bu dubalar da kütüklerin etrafını sarıyor, sahile çekiyorlar. 

Sahildeki işçiler ise ellerindeki demir bir aletleri kütüğe saplıyor, çekerek istif yerine taşıyorlardı. 

Kütükler, Türkiye Kömür İşletmelerinin madenlerde kullandığı kütüklerdi.

XXX

Dedim ya, her denizle oynaşabilirsiniz ama Karadenizle olmaz.

O yaşlardaki boyumuz ile bir adımdan sonra deniz derinliği boyumuzu geçerdi. 

Çarşaf gibi olduğu zamanlarda ancak kenarda oturup ayaklarımızı uzatır, gelen dalgalarda ıslatırdık. 

Çünkü henüz yüzme de bilmiyorduk…

Bir çok zaman gerek sahilde, gerekse evimizin balkonunda o kocaman dalgaları seyrederken, içime bir heyecan dolardı, nedenini anlamazdım…

Sonradan huyum değişti, Karadeniz’in dalgaları gibi yenilmez oldum.

Peki neden Karadeniz?

Çünkü hava hep bulutlu, yağmurlu, güneşi görmek Karadeniz’de çok zor.

Deniz de rengini havadan aldığı için, Karadeniz’in rengi de kara…

Son olarak paylaşmak istediğim şu: Hiç çarşı pazara gitmemiş olan anacığım, Kilimli’de Pazar alışverişi yapmayı öğrendi…

XXX

Diyeceksiniz ki nereden çıktı bu Karadeniz sevdası.

Benim Karadeniz sevdam hiç bitmedi de, bundan sonra ancak anıları yaza bileceğiz malum yasa çıktıktan sonra, alıştırma yapıyorum şimdiden…