Bu ismi anımsadınız mı?
Amele pazarı ile mezarlık arasındaki bulvarın adı… Başka?Adına yapılmış, şimdi Mimarsinan Mahallesi’ne taşınan, başına TOKİ kısaltması eklenen, TCDD gar içindeki Nazım Bey İlkokulu ve bir de, şuursuzca kaldırılan, sanırım Gülük Mahallesi’ne katılan Nazım Bey Mahallesi. Hangi başkan zamanında kaldırıldı? Bilmiyorum. İsme hürmeten, hiç olmazsa TOKİ kısaltmasını eklemeyin.
***
Bu kent Şehit Miralay Mehmet Nazım Bey gibi çok az insan yetiştirdi… Nasıl biri olduğunu, Turgut Özakman’ın, “Şu Çılgın Türkler” kitabından alıntı ile anlatmaya çalışacağım. Anlatmadan önce bir anımsatma yapacağım. Babamın çırağı, Karayolları’ndan emekli rahmetli Mehmet Saçlı’nın dayısı… Kılnamazlar, Şaban Balcıoğluhocamlarla akraba…
***
Hemen belirteyim, Romanya’da, Galiçya cephesinde, görev yaptığı için Rusça öğrenmiş. O nedenle, Mustafa Kemal, onu Moskova Büyükelçisi olarak atamak istemiş. Kabul etmemiş; “Benim yerim cephe!” demiş. Şehir düştüğü Kütahya Eskişehir Muharebeleri’nde geçen hikaye şöyle:
***
15 Temmuz [1921] Cuma sabahı gün doğarken Yarbay[O zaman yarbay. Şehadetinden sonra Albay rütbesi verildi]Nazım, Kurmay Başkanı Binbaşı Şerafettin, Yüzbaşı Faruk, Emir Subayı Nimet, bazı karargah subayları atlandılar, tümen süvari takımıyla birlikte Yumruçal kesimine hareket ettiler. Orman yollarından geçerek Yumruçal mevzilerinin önüne geldiler. Az ilerde bir tepe vardı. Tepede kimse yoktu. Oysa mevziin güvenliği için bu tepenin mutlaka tutulmuş olması gerekirdi.
***
Alay komutanının bu zorunlu önlemi aldırmadığı, tembellik edip bugüne ertelediği anlaşılıyordu. Atlardan indiler. Süvari takımı geride beklemekteydi. "Olacak iş değil. Düşman bu tepeyi ele geçirirse mevzi nasıl savunulur? Yarım gün daha erken gelebilseydik, bu eksikleri vaktinde görüp düzelttirebilirdik."
***
Uzaktan top sesleri geliyordu. Süvari takımı komutanına, "Takımınla hemen tepeyi tut.." diye emir verdi, "…düşman taarruza geçerse, alaydan birlik gelene kadar burayı ne pahasına olursa olsun savunacaksın. Şimdi alaya gidip o tembel..."cümlesini tamamlayamadı.
***
Bir Yunan müfrezesi sabaha karşı bu kesime sızmış, gelenleri görünce yakındaki ağaçlığa sinmişti. Bir makineli tüfek birdenbire ölüm yağdırmaya başladı. Kuşlar korku içinde uçuştular. Vurulan biçilmiş başak gibi düşüyordu. Her şey bir dakika içinde olup bitti. Geride bekleyen süvari takımı öfke çığlıkları atarak ormana hücum etti.
***
Nazım Bey'in Emir Çavuşu Eyüp atıldı, komutanını kucağına alıp atına bindi, deli gibi sürdü. Yarbay Nazım'ın kara gözlü beyaz atı da peşlerine takıldı. Genç komutan göğsünden ve elinden yaralanmıştı. Göğsünün sol yanındaki kan lekesi gittikçe büyüyordu. Eyüp Çavuş, bir yandan atı uçuruyor, bir yandan da, sesi şefkat ve ümitle titreyerek, "Ne olur dayan.." diye yalvarıyordu, "..Allah aşkına dayan. Sakın ölme kumandanım. Ellerinden öperim ölme. Kurban olayım dayan."
***
Ağaçların arasından sızan ışık oklarını biçerek, tepeleri rüzgar gibi aşarak, peşinde beyaz at, tümen karargahına geldi. Tümen doktoru ilk tedaviyi yaptı. Durumu ağırdı. Nazım Bey'i Eskişehir hastanesine yetiştirmek için atlı bir cankurtaran arabasıyla Çekürler istasyonuna indirdiler. Yarbay Nazım'ın gözleri hafifçe aralandı. Eyüp Çavuş sevinç içinde, "Yaşıyor" dedi. Ama Nazım Bey son anlarını yaşıyordu. Durmayan kan, göğsünü saran sargıya yayılmaktaydı. Fısıltıyla, "Tepeyi tuttular değil mi?" diye sordu. Bir subay, "Evet efendim..." dedi, gözleri yaşararak, "..müsterih olun."
"Arkadaşlar iyi mi?"
"Hepsi iyi. Çok iyi."
***
Başında diz çökmüş olan Eyüp Çavuş’a baktı. Belki okşamak için sağ elini oynatmaya çalıştı ancak kıpırdatabildi, canının son kırıntısını harcayarak, “Asıl siz dayanın çocuğum” diyebildi. Başı yavaşça sağına yaslandı ve öylece kaldı. Eyüp Çavuş ciğerleri parçalanarak haykırdı:”Hayırrrr!”
***
Süvarilerin, hücuma kalkan Yunanlıların elinden mucize halinde kurtarıp kaçırabildikleri bazı ağır yaralı karargah subayları da istasyona getirilmişti. Acele hazırlanan bir trenle Eskişehir’e sevk edildiler. Nazım’ın beyaz atı da trenin yanında koşmaya başladı. Arazi, trenin yanında koşmasını engelleyince, at bir süre trenden uzağa düşüyor, yol elverince yeniden Nazım’ın bulunduğu vagonun yanında beliriyordu.
***
Haber Cephe karargahını kedere boğdu. İsmet Paşa Kurmay Başkanına, “Bu kuşak…” dedi, “…vatanından başka sevgili bilmemiştir.” Gözlerini sildi: “Ankara’ya bildirin.”
***
M. Kemal Paşa, Çankaya’daki çalışma odasında, ertesi gün Kongrede yapacağı konuşmayı hazırlıyordu. … Fikriye sessizce içeri girdi, bekledi.
"Bir şey mi var Fikriye?"
Fikriye'nin yüzünden bütün kanı çekilmiş gibiydi:
"Evet Paşam, kötü bir haber var. Salih Bey üzülürsünüz diye söylemeye cesaret edemiyor."
"Nerde o?"
"Kapıda."
M. Kemal Paşa, "Salih, gel!" diye seslendi. Salih Bozok içeri girdi. Durdu.
"Ne var? Ne oldu?"
"Şimdi Fevzi Paşa telefon etti. 4. Tümen karargah kadrosu felakete uğramış."
"Ne demek o?"
"Kurmay Başkanı Binbaşı Şerafettin Bey yaralı olarak düşman eline esir düşmüş. Çoğu şehit olmuş efendim. Askerler ancak birkaç yaralı subayı kurtarabilmişler."
M. Kemal korkarak sordu:
"Nazım?"
Salih ağlamaya başladı. M. Kemal Paşa donup kaldı, sonra zorlukla, "Gel biraz yürüyelim" dedi, bahçeye çıktılar. Büyük ağaçların altında yürüdüler.