KADİR DAYIOĞLU


SAYDAM DEĞİLİZ

Şunu demek istiyorum... Sorunlarımızın temelinde toplumumuzda saydamlığın olmayışı yatıyor… Ah, bir de “saydam” olabilsek…


Gücük girdi, otuz gün kışımız kaldı. ”Gücükte kar, güdük devenin kuyruğuna çıkar!” derdi büyüklerimiz. Öyle de oldu… Kışın iki ayı kurak geçti ama gücükte kar fena vurdu. Yollar kapandı, okullar tatil edildi. Hisarcık’ta yarım metre kar kalınlığından söz ediliyor.

***

Kış böyle de, siyaset nasıl?

Ortalık toz duman…

Deyim yerindeyse, “at izi it izine karıştı!”

***

İnşallah; bu, bir doğum sancısı… Çetin Altan ustamızın dediği gibi;  “Enseyi karartmayın… İnsanlık kötüye gitmez!”

***

Peki neden? 

Çok yazdım çizdim, bir kez daha tekrarlıyorum:

Kamunun saydam olması gerekenler değil...

Siyaset saydam değil...

Tek eksiğimiz saydam olmayışımız...

Ah! Bir de saydam olabilsek...

***

Tabii, oldum olası böyleyiz, nev zuhur bir şey değil. “Düşünen kafalara zararlı fikirler üşüşür; büyüklerimiz bizi bizden iyi düşünür” modundayız, ezelden beri. Bir türlü özgür düşünebilen birey olmadık, maalesef. Başkalarının aklı, hep rehberimiz oldu. Bu da kolayımıza geldi.

***

Saydamlaştıkça sorunlarımızın da teker teker çözüldüğünü göreceğiz... 

Ben buna, iman derecesinde inanıyorum…

***

Konuyu biraz daha açalım:

Saydamlığın olmadığı yerde “tabular” var...

Saydamlığın olmadığı yerde “kulluk” koşullanması kaçınılmaz...

Saydamlığın olmadığı yerde “vatandaş” olmak çok zor...

Vatandaşın” olmadığı bir toplumda da “ulusal iradeden” söz edemezsiniz...

Olan da, “şeklidir!”

***

Saydamlığın olmadığı yerde “suçlu yaratıp yönetmek” bir yöntem... 

İnsanlar önce suçlu hale getirilir, sonra tepesine binilir…

Saydamlığın olmadığı yerde “niçin!” sorusunu soramazsınız...

Nasıllarla” uğraştırırlar insanı...

***

Niçin” sorusunu soramayınca da düz mantık egemen olur, topluma...

Hava bulutlu!” diyene, “Vay bana ördek dedin!” diyerek saldırırlar... 

***

Saydamlığın olmadığı yerde herkes karnından konuşur... “Gavurun kantarına da Müslüman’ın kantarına da maşallah!” denir... 

Tavşan ve tazı” hikayesinde olduğu gibi...

***

Saydamlığın olmadığı yerde “kapalı kapılar” arkası tercih edilir... Fısıltı gazetesi tiraj alır.

Saydamlığın olmadığı yerde önüne gelene mavi boncuk dağıtmak adettendir... 

***

Çağdaş demokrasilerinde; saydamlık, katılımcılık ve yerelleşme ön plandadır...

Bu üç temel vasfın olmadığı yerde olgun bir demokrasiden söz etmek de mümkün değildir...

Zira; merkeze egemen olan siyasiler ve bürokratlar kamusal gücün ve sahip oldukları konforun ellerinden çıkmasını istemezler! 

***

Ya da Çetin Altan’ın deyişi ile; “Hazineden geçinmeye alışmış mesleksizlerdeğişime karşı büyük direnç gösterirler... Yıllardır süren kavganın özünde de bu var!

***

Sonuç olarak şunu demek istiyorum...

Sorunlarımızın temelinde toplumumuzda saydamlığın olmayışı yatıyor…

Ah, bir de “saydam” olabilsek…