KADİR DAYIOĞLU


ŞAİR PADİŞAHLAR (1)

Osmanlı padişahlarının tamamına yakını şair... Bir kısmının “Divan”ı günümüze kadar gelmiş... Şiirlerinde kendi isimlerini pek kullanmazlar; nâm, lakap gibi anlamlara gelen “mahlas” kullanırlar.   Bugün, baba, oğul iki Sultan’ın şiirlerinden örnek vereceğim. Kaynağım; Günay KUT' Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.


Osmanlı padişahlarının tamamına yakını şair... Bir kısmının “Divan”ı günümüze kadar gelmiş... Şiirlerinde kendi isimlerini pek kullanmazlar; nâm, lakap gibi anlamlara gelen “mahlas” kullanırlar.   Bugün, baba, oğul iki Sultan’ın şiirlerinden örnek vereceğim. Kaynağım; Günay KUT' Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.  (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/73323)

***

Şiirler bize, dönemin “duru Türkçesi”nin, güzel örnekleri. Türkçe, henüz Arapça ve Farsça’nın etkisinde değil. Osmanlı Türkçesi’nin de ilk dönemleri… Mesela, bu dönemlerde yapılan Dr. Ahmet Topaloğlu tarafından günümüz “harflerine”  çevrilen, Şemseddin Muhammed bin Hamza’nın (Şeyhülislam  Molla Fenári olması kuvvetle muhtemel) Kur’an tercümesinde de görmekteyiz bunu.

Kültür Bakanlığı tarafından 1976 yılında yayınlanan bu eserin yeni baskısını (1976. S.13-16), yarım asır sonra, yayınlayabilir mi, ilgili bakanlık? Hiç sanmıyorum; yayınlayanları anında “kafir-i billah” ilan ederler. Meraklılarının bu tercümeyi mutlaka edinmelerini tavsiye ederim.

***

Elimizde şiirleri olan ilk sultan şair II. Murad (807/1404-855/1451). Hayat hikayesini yazan kaynaklarda ince, hassas, içkiye ve eğlenceye düşkün, romantik kişiliğiyle vurgulanır. O, ne I. Murad ne de Yıldırım Bayezid gibi savaşçı bir ruha sahip. Yine O, bir kültür adamıdır. Bunda belki de biraz çok sevdiği Mara'ya olan tutkusu rol oynar. Ona duygulu şiirler yazar. Aslında bir Sırp Prensesi Mara Despina, Sırbistan Kralı Jorj Brankoviç'in kızıdır. II. Murad eşlerinin içinde en çok bu güzel kadını sevmiş, hayata aşk gözlükleri ile bakmış ve

Sâki, getür, getür yine dünki şarâbumı

Söylet dile getür yine çeng ü rebâbumı

Ben var iken gerek bana, bu zevk ü bu safa

Bir gün gele kim görmeye kimse türâbumı

Demiş. Gerçi anlaşılıyor ama adet olduğu üzere, anlamını verelim: “Ey şarap sunan güzel, yine dünkü şarabını getir, yine çeng ve rebahımı söylet de gönlüm neşelensin. Bu zevk ve safa ben hayatta iken gereklidir. Bir gün (nasıl olsa) kimse toprağıını bile görmeyecek” diyebilmiş bir padişah.

***

Edebiyat tarihçilerinin ifadesi ile: “elde Divan'ı bulunan ilk şair sultan, Fatih Sultan Mehmed”miş (835/1432-886/1481). Sultan Mehmed'in şiirde mahlası AvnîLirik şiirlerin yanı sıra kendisini bir hayli yoran Karamanoğlu için şu beyti yazmış:

Bizümle saltanat lâfın idermiş ol Karamanî

Hudâ fursat virürse ger kara yire karam anı

***

Vasat bir şair olmakla birlikte yer yer çok güzel beyitler söyleyen Fatih, kimliğini ve duygularını söylemekte bir sakınca görmemiş; sevdiği kadına kul olduğunu; "Bir şâha kulam ki kulı sultân-ı cihândır"   diyerek hiç de kolay söylenmeyecek bir mısra-ı berceste yazmış. İstanbul'un güzelliğini ve fethedildiği zaman özellikle Galata'nın hareketli ve gönül açıcı bir yer olduğunu da bir beytiyle bize bildiriyor:

Bağlamaz Firdevse gönlünü Kalata'yı gören

Servi anmaz anda serv-i dil-ârâyı gören

diyerek Galata'nın cennetten daha güzel olduğunu, oradaki güzellerin de servi unutturduğunu söyler. Aynca kendisinin İstanbul'un, sevgilisinin de Galata'nın şahı olduğunu ve elbet bu iki şahtan Galata şahının İstanbul şahına boyun eğeceğini de çok zarif bir şekilde;

Avniyâ kılma gümân kim sana râm ola nigâr

Sen Sitanbul şâhısın ol da Kalata şâhıdur

diyerek anlatır.

Farsça olarak söylediği bir beyitte de İstanbul'u ve Galata'yı sevgilisine bağışlamaya hazır olduğunu söyler ki bu, Hafız'ın (ö.792/1390) ünlü beytinin değiştirilmiş şeklidir. Hafız da sevgilisi gönlünü ettiği takdirde onun siyah benine Semerkant'la Buhara'yı bağışlar:

Eger o Türk-i Şîrâzî be-dest âred dil-i mârâ

Be-hâl-i hinduyeş bahşem Semerkand u Buhârârâ

Hafız bu beyti söylerken sevgilisine kendinin olmayan iki şehir bahşeder. Oysa Fatih, İstanbul'u fethetmiştir, İstanbul'u ve Galata'yı sevgilisine bahşedebilir. O da:

Eger an gebr-i Efrenci be-dest âred dil-i mârâ

Be-hal-i hinduyeş bahşem Sitanbul u Kalatarâ

***

Fatih, bir devlet adamı, bir savaş kahramanı yani sahib-seyf; ama öte yandan edebi dünyada olup bitenleri izleyen bir okur ve şair, yani sahib-kalemdir. Beğendiği şiirlere nazire yazan, kendine yazılan kasideleri dikkatle okuyan, hatta kimilerinin etkisinde kalan bir şair.

Kendisine çok yakın olan Ahmet Paşa' nın, Harim-i hastaki iç oğlanlardan birine ilgi göstermesi üzerine öldürülmesini emreden Fatih, onu, yazdığı "Kerem" kasidesi üzerine affetmiş. Ahmet Paşa, Fatih için divanında tam on kaside yazarak onu övmüş.

Bunlardan "Güneş" redifli kasidesinde Fatih, gökteki güneşle bir tutulmuş, harikulade hayallerle övülmüştür: Fatih, hayata realist bir gözle bakıyor, insan hayatının geçiciliğine inanıyor, dolayısıyla hayatı gerektiği gibi değerlendirmeyi düşünüyordu. Yani o da babası gibi rind-meşrepti. Böyle olmasa,

Sakiya mey ver ki bir gün lalezâr elden gider

Erişür fasl-ı hazân, bâğ-ı bahâr elden gider

Gırre olma dil-berâ hüsn ü cemâle kıl vefâ

Bâkî kalmaz kimseye nakş u nigâr elden gider

diyebilir miydi acaba?