KADİR DAYIOĞLU


RIFAT BEY

Dedesi gibi Mevlevi Rıfat Bey, çok parlak sesli bir okuyucuymuş. Her hangi bir saz çalmazmış. Ünlü bestekâr Hacı Arif Bey’den on yaş büyük olmasına rağmen besteciliğe geç başlamış ve Hacı Arif Bey’in lokomotifliğini yaptığı  “neo-klasik şarkı ekolünün” büyük bestecileri arasında yerini almış.


Biraz günlük olaylardan uzaklaşmak istiyorum. İnanın sıkıntı vermeye başladı, gidişat… Yine inanın, ruh dengem bozuldu. Yetmiş altıdan gün almış birisi olarak, böyle bir dönem yaşamadım. Umudun, heyecanın, geleceğe yönelik beklentilerin dumura uğradığı zamandan geçiyoruz. Toplum bu kadar savrulmamış, bu kadar kutuplaşmamış, bu kadar ayrıştırılmamıştı. Siyasal kavgalar vardı ama taraflar birbirinden “nefret” etmezdi.

***

Bundan böyle hafta sonları, karınca kararınca, aklımın, bilgimin ve gücümün yettiği ölçüde sanat ve edebiyat üzerine yazılar kaleme almaya çalışacağım. Amatör, profesyonel sanat ve edebiyat etkinliklerini, gönderebilirseniz çok sevinir ve taşırım köşeme.

***

Bu gün ünlü besteci Rıfat Bey’den söz edeceğim. Padişah musâhibi (arkadaşı/sohbetçisi), saray başmüezzini, Enderûn’da musiki hocası, Saray Fasıl Heyeti Başhânendesi (şefi), Mızıkayı Hümayûn Türk Müziği Müdürü, besteci, Albay Rıfat Bey’den.

***

Hammâmîzâde İsmail Dede’nin ya da kısaca “Dede Efendi”’nin kızı tarafından torunu Rıfat Bey, 1820 yılında İstanbul’da doğmuş; 1888’de 68 yaşında vefat etmiş. Ünlü besteci Hacı Arif Bey (1831-1885) ile çağdaş. Ama musiki ile meşgul olanlar Hacı Arif Beyi tanır, Rıfat Beyi pek tanımaz. Oysa Rıfat Bey en azından, Hacı Arif Bey kadar güçlü bir müzik adamı.

***

Bildiğim bir şeyi daha ilave edeyim: Klasik musiki taraftarları, “iğdiş” etti diye Hacı Arif Beyi pek sevmezler. Tıpkı, Saadettin Kaynak’ı sevmedikleri gibi. Yanlış anımsamıyorsam, Nevzat Bey (Atlığ), “Devlet Korosu”nda, Kaynak’ın eserlerini yer vermezdi. İşin garibi, yine klasik dönem bağlıları, “kilise korosuna” çevirdi, eleştirisi yaparlardı Atlığ için.

***

Aslında, o alemde, kimse kimseyi sevmez. Katı bir “üstat/hoca” bağlılığı, tekke disiplini vardır. Biliyorsunuz, her şeyh, müridânı için “sahib-i zaman!”, “imam-ı zaman”, “asrın müjdeleneni” ya da “müjdecisi”dir.

***

Dedesi gibi Mevlevi Rıfat Bey, çok parlak sesli bir okuyucuymuş. Her hangi bir saz çalmazmış. Ünlü bestekâr Hacı Arif Bey’den on yaş büyük olmasına rağmen besteciliğe geç başlamış ve Hacı Arif Bey’in lokomotifliğini yaptığı  “neo-klasik şarkı ekolünün” büyük bestecileri arasında yerini almış.

Bilindiği bibi, kürdilihicazkâr makamını tertip eden Hacı Arif Bey… Bu da, muhayyerkürdi makamını tertip etmiş; 1880’li yıllarda kullanmış. Bir de Kanuni Hacı Arif Bey ile sözünü ettiğimiz Arif Bey’i karıştırmamak gerekir. Kanuni Hacı Arif Bey, “mandalsız” kanun çalan ve çalarken “fiske” usulünü getiren ilk sanatçı. Burada fiske, elin yanı ile tellere vurmak anlamına geliyor. Bizim kuşak ya da ben, “fiskeyi” ilk defa Erol Deran’da görmüştük/görmüştüm.

***

Arif Bey, şüphesiz, sazının virtüözü. Melami olduğu söylenen, ünlü besteci Zeki Arif Ataergin’in de babası olur. Biliyorsunuz, Ataergin de, Alaeddin Yavaşça’nın hocası ve meşk zincirinin önde geleni.

***

Hacı Arif Beyin; “bine yakın eser bestelediği söylense de sadece 337 parçası notalarıyla günümüze kalmıştır. Bunun 327'si şarkı, 10'u öteki formlardaki eserlerdir. Bu 10 eserin de altısı ilahi, biri tevşih, biri durak, biri beste, biri de yürük semaidir.” Besteleri şarkı ağırlıklı olup “âyin”i olduğuna dair bir not rastlayamadım.

***

Bilindiği gibi, bestekârlıkta zirve nokta, “âyin” bestelemek. Rıfat Bey, ferahnâk ve neveser makamlarında bestelediği iki Mevlevi Âyini’nin yanı sıra, tevşih, ilahi, beste, şarkı gibi formları büyük bir ustalıkla kullanmış. Musikiye aşina olanlar bestecimizi peş peşe güftesini vereceğim, üç hicaz şarkı ile de tanır. Bunlar,  fasıl musikimizin baş eserleri arasında yer alır; “hicaz” dendi mi, ilk akla gelenlerdendir.

***

Dost ve aile meclislerinde de mutlaka icrâ edilir... Mutlaka geçmenizi tavsiye ederim. Biz de rahmetli Mustafa Bozyel (Amıca) ile defalarca geçmiştik bu eserleri. Tuncer Hocamız (Erten), Zeki Erdinç, Ayhan Uzandaç, İbrahim İmamoğlu çok iyi anımsayacak. Dile kolay, yarım asra yakın bir zaman diliminden söz ediyorum. İyi ki de geçmişiz bu eserleri, hem de “sağlam” bir biçimde.

***

Eminim, Tevfik Soyata Hocamız, Talas Musiki Cemiyeti çalışmalarında üç “pırlantayı” repertuarına alacaktır. Ahmet Özhan, bir programında üçü işin “pırlanta” demişti. Ben de ondan aldım. Bu vesile ile Talas Belediye Başkanı Mustafa Yalçın’a teşekkür ediyorum, böyle bir derneğe verdiği destek için.

***

Pırlantanın ilki:

Sislendi hava tarf-ı çemenzârı nem aldı

Bülbül yuvadan uçtu gülistanı gam aldı

Bağlar bozulup bezm-i vefâ şekline girdi

Gülzâr-ı mahabbette yine şenlik azaldı.

 

Birgün seni elbette eder vasıl-ı cânân

Bu ah-ı sehergâh ile bu hâl-i perişan

Bak bülbüle sabreyle gönül eyleme efgân

Hengam-ı güle nûş-u güle şunda ne kaldı.

***

İkincisi;

Niçin bülbül figan eyler bahâr eyyâmıdır şimdi

Açılmış goncalar güller  mesâr eyyâmıdır şimdi

Hezâr-âsâ figan eyler gönül şevkıyle handân ol

Açılmış goncalar güller  mesâr eyyâmıdır şimdi.

***

Ve  pırlanta üçlünün  üçüncüsü;

Gülşen-i hüsnüne kimler varıyor

Kim ayağın öperek yalvarıyor

Bağrımı şâne gibi kim yarıyor

Sevdiğim zülfünü kimler tarıyor.

***

“Meraklısı için bazı kelimelerin anlamları vereyim. Umarım hata yapmam: Çemenzâr: yeşillik, çayırlık; Gülistan: Gül bahçesi; Vefâ: Sevgi ve dostlukta sebat ve devam; Vasıl: Kavuşma; Efgân: Feryat, inleme; Hengâm: Zaman, vakit; Nûş: Zevk, sefâ; Eyyâm: Gün, zaman; Mesâr: Gece vakti yola çıkmak; Hezâr: Bülbüller; Âsâ: Gibi, benzeyen; Handân: Gülen, mesrur; Şâne: Tarak” (Yeni Lûğat, Abdullah Yeğin. 1975)