KADİR DAYIOĞLU

Tarih: 27.02.2025 11:39

RAMAZAN, “BEL VE YOL EVLADI!”

Facebook Twitter Linked-in

“Recep, Şaban derken geldi Ramazan.”Ramazan’ın huzura, hayırlara; bol, bereketli günlere vesile olmasını dilerim. Bu yıl Ramazan, 1 Mart 2025 Cumartesi günü başlayacak,  29 Mart 2025 Cumartesi günü bitecek. 

***

Bu gün teravih kılınacak, “illiğe kalkılacak!”. “İllik”te rahmetli anamın, şimdi “gözleme” dedikleri, “yuka/yufka böreğini” aklıma gelir. Ya da mis gibi kokan kete… Oruç tutmasam bile, üzüm hoşafı ile yemek büyük zevk verirdi bana… Zaten Ramazan girmeden, bir insan boyu “yuka” önceden hazırlanır, mutfakta bir yere istif edilirdi. Ha keza, mahalle fırınında yaptırılan, keteler de…

***

Çocukluğumuzun teravihlerini anımsarım. Kadınlar, adeta “hamama”; çocuklar oyun alanına, çevirir camileri/mescitleri… Sonra, aşağıda ki cemaatin uyarısı başlar, kadınlar kısa süreli olsa da susar, “çocukları kovarlar!”

***

Ramazan’ın yaza denk geldiği yıllarda, yazlık sinemaya yetişebilmek için, az sayıda da olsa “ekspres/motor” hocaların imamlık yaptığı camiler seçilir. “Yattığınla, kalktığın” bir olur. Buna ayak uydurabilirsen ne âlâ, yoksa, kalkmaya takatiniz kalmaz, yığılır kalırsınız secdede.

***

Tabii, bir de, yine az da olsa, “hatimle” kıldıran camiler vardı. Burayı genellikle, yaşlılar tercih ederdi. Öyle ya, ay boyu, “Kur’an hatmedilecek”. Bazılarımız da, kıraati güzel olan hocaların arkasında saf tutardık. Huşû içerisinde kıraat dinlerdik. 

***

Bizim favorimiz, hayattaysa sağlıklı ömür, yoksa rahmet dilerim, Ahmet Bacanak idi… Ulu Camii’de imamlık yapardı. Tam, “Türk/İstanbul aksanı” ile okurdu. Onu dinlerken, Hendekli Abdurrahman Hafız, Kani Karaca merhumun el aldığı Üsküdarlı Ali Efendi’yi dinler gibi olurdum. Karaca ile, defalarca “rû be rû” konuşma ve dinleme nasip oldu. Derken,  “Elveda ey şehr-i Ramazan” diyeceğiz, yenisinin gelmesini bekleyeceğiz. 

***

Bu vesile ile, merhum Abdülbâki Gölpınarlı’nın  Tasavvuf’tan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri” kitabını şöyle bir karıştırdım. Okudukça gönlüm açıldı. Tabiri câizse “inşirâh” buldum.  Bazı konuları sizlerle paylaşmak istedim. Umarım, oldukça sıkıntılı geçen şu günlerde, bir nebze de olsa, “karmaşık gündemden” uzaklaşırız. 

***

İlk alıntı Bel-yol ile ilgili. “Belden gelen evlât, sulbî evlattır; yoldan gelense, mürşide intisab edendir. Mürşit, kendisine intisab edenlerin yol atası sayılır; bu yüzden Yesevîler, mürşide ‘ata’, Bektâşiler ‘Baba’; Melâmet erenleri ve Mevlevîler, bu tâbirde biraz benlik kokusu bulunduğundan bunun yerine, ‘ihvan’ sözünü kullanırlar ve ‘filanın dervişlerinden’ yerine ‘filanın ihvanından” derlermiş.

***

Belden gelen oğul, bâzı kere babasının yolunu tutmaya bilir. (…) Bu yüzden asıl evlât, yol evlâdıdır. Tasavvuf ehli bunu, ‘Belden gelen oğlum değil, yoldan gelen oğlum’ atasözüyle belirtirler

***

Babanın oğla karşı zaafı bulunabileceği düşüncesiyle bâzı şeyhler, sulbî oğlunun irşâdını, bir başka şeyhe havâle ederler”miş. Demek ki; Tasavvufa göre; bel evladı” değil, “yol evladı” olmak önemliymiş.  Bu cümleyi okuyunca, günümüzde miras kavgasına düşen şeyhleri! çocuklarını anımsadım.

***

Mesela, hayatta sık sık tekrarladığımız ben demek ya da benlik şeytan işiymiş. Hatırlanacağı gibi,  “Şeytan, Âdem’e secde hususundaki Tanrı emrini; ‘Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu topraktan’ deyip tutmamış”tı; benliğe düşmüştü.

***

Yine, “ben diyeni irşâd mümkün değil”miş. Bu nedenle, “Tasavvuf ehli, hadis olarak rivâyet edilen ‘Yokluk övüncümdür (fahrimdir k.d), onunla övünürüm’ sözünü, her hususta şiâr edinmiştir. 

***

Bu yüzden konuşurken, ‘ben’dememeye ziyadesiyle dikkat ederler ve ‘ben’ yerine ‘fakıyr’derler. Yanlışlıkla söz arasında ‘ben’ diyen kişi hemen kendini toparlayıp sözüne, ‘benliğime lânet’ sözünü eklerler”miş.

***

Kitabı karıştırırken “Birlik makamı” diye bir başlığa rastladım. Bununla; “Gönül birliğinin tahakkuk ettiği mânevî ‘durak-menzil’ kastedilmekte”ymiş. Bir nefesinde Pîr Sultan Abdal şöyle demiş:

 

“Birlik makamında bir güzel gördüm;   

Leblerinin sükkeri [şeker] var, kendi var

Âşıkı çok imiş, aradım, sordum,

Nice bencileyin derdimendi var.

 

Gâh bahçeye girer, gülden görünür;

Gâh mânâ söyleşir, gülden görünür,

Gâh gönül evinde sultan görünür,

Âşığına türlü türlü fendi var.”

***

Dörtlüklerde Pîr Sultan, “vahdeti (birliği) dile getirmekte ve her şeyde, Hakk’ın tecellîsinin varlığın bildirmekte”ymiş. 

***

Şimdi sıra günümüze de ışık tutacak iki başlıkta: Bir suçla adam asılmaz; Bir sürçen atın başı kesilmez.” Bu atasözleri “bilmeden yapılan, yanılarak işlene kusurun bağışlanması gerektiğini, tekerrürü halinde yapanın, edenin cezalandırılmasını öğütler; ancak kusurun da bağışlanabilecek bir kusur olması gerekir”miş. 

***

Hatâyî yani Şah İsmail bir nefesinde şunları söylemiş;

 

Şahın bahçesinde bir garip bülbül,

Efkârım artmakta, hâlim pek müşkül;

Koparmadım aslâ, kokladım bir gül,

Kâfir oldum ise imâna geldim.”

***

İsterseniz nokta koyalım. Bunlar, sözlerin en güzelleri; fazlası fazla.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —