Ortalık toz duman, “at izi it izine karıştı!” denecek türden, piyasalar yanıyor.
Yeni Doğan Haber Ajansı’nın verdiği habere göre, Kayseri terminalinde otobüslerin doluluk oranı, yüzde 20’ler düşmüş.
Kayser-İstanbul bileti 750 lira, Kayseri-Ankara bileti 310 lira olmuş.
***
Düşünebiliyor musunuz, dört kişilik bir aile İstanbul gidiş ve dönüşü için altı bin lira ödeyecek, fiyatlar düşmesine rağmen.
***
Peki, gittikleri yerde ne yiyip ne içecekler; misafirliğe gideceklerse ne götürecekler. Unutmayın; “yoldan gelenin heybesine bakılır!”, diye bir sözümüz var.
***
“Orta direk!” diye bir şey kalmadı, belleri kırıldı. Ortada gözükenler de milli gelirden büyük pay alan varsıllar. Bunlar da toplumun yüzde 10’u…
***
Evvelden, iki çalışanı olan aile rahat yaşar, hatta çocuklarını özel okullarda okutabilirdi. Şimdi ise, bırakın okul parasını, servise güçleri yetmez oldu. Ondan sonra da, “üç çocuk yapın!” diye “fetva” veriyorlar.
***
Diyorlar ama o ailelerin nasıl geçineceği; çocukların nasıl büyütüleceği, nasıl okutulacağı, nasıl ev ve bark sahibi olacağını söylemiyorlar, yolunu göstermiyorlar. Evet bu tencere nasıl kaynayacak; “et mi yoksa dert mi!” kaynayacak.
***
Diyorlar ki, büyükşehirlerde trafik tıkış tıkış. Sanki, toplu taşım araçları bomboş, sinek avlıyor. Tabii, bu tarafı görmek ya da göstermek istemiyorlar…
***
Diyorlar ki, lokantalar lebalep dolu. Görmüyorlar ki müşterisi olanlar, birkaç lokanta ve “dürümcüler”. Farkında değiller, “esnaf lokantalarının” bir bir kapandığını.
***
İnsanlar doktora gitmeye korkuyorlar. Özel hastanelere gitseler güçleri yetmiyor; kamu hastanelerinde randevu almak, fermana mahsus. Hele hele “görüntüleme” için aylar sonrasına gün veriyorlar.
***
Geriye aile hekimleri kalıyor. Onlar da ne yapsın? Çaresiz vaziyetteler. Bu yetmiyormuş gibi, şimdi de ayaklarına, ellerine, kollarına kelepçe takmak istiyorlar.
***
Sanırım çoklarımız yapıyordur. Bir sıkıntım olduğunda, ilmine çok güvendiği eczacı arkadaşlarımı arıyorum. Kadim ve aziz dostum Aziz Dayangaç bunlardan birisi. O ne derse onu yapıyorum. Yani, uzaktan uzağa, dert yanıyorum, derman arıyorum…
***
Gazinoların gazino olduğu yıllarda, Kemani Hakkı Derman gibi, ustalar eşlik ederdi assolistlere. İki saate yakın süren, ne biçim fasıllar olurdu. Sırf fasıl dinlemek için gelen müdavimler vardı. Bir ufak rakısını içer, fasıl bitti mi, terk ederlerdi gazinoyu. Garsonlar da bunları bildiği için, en ön masalara oturturlardı…
***
Mesela, Behiye Aksoy… Merhume Aksoy; Tamburi Ali Efendinin; “Ceyhûn arayan dîde-i giryânımı görsün” diye başlayan sûzidil yürük semaiden mülhem; “Derman arayan Hakkı Derman’ı bulsun!” derdi. Rahmetli Derman, eczacı idi.
***
Bunun hikayesiniTuncer Erten Hocamızla, müthiş hafızaya sahip Taner Erdemir anlatırlarsa, memnun oluruz. Hatırımda kalmadıysa, sürekli gazinoya gelen yaşlı bir amca söylemişti bunu. Dillere pelesenk olmuştu. Assolistlerde tekrarlardı… İnanın, o Türkiye’ye hasret kaldık!..
***
Bir de başından geçenleri. Öyle ya; Hoca Nasrettin eşekten düşmüş. Başına toplananın her birinden bir ses. Tabii, en çok da “doktor çağıralım!”, deniyor. Merhum Hocamız, “doktora gerek yok, eşekten düşen birisini çağırın!”, diyor.
***
Bizimkisi de o hesap… Yaptığımız doğru değil ama,“cep delik, cepken delik, kevgire döndük!”, doğrusu.
***
Halimiz, İlhan Kesici dostumuzun anlattığı, Erzurumlu bakkal amcanın dediği gibi; “Deftere bakıyorum, hac farz olmuş, cebe bakıyorum para yok!”
***
Hukuk ayaklar altında. Neredeyse, güven kalmamış, kurumlara. Bu ortam içerisinde yabancı yatırımcı bekliyoruz? Dostlar, siz olsanız gelir misiniz?
***
İnanın, birçok sağlık sorunu ile boğuşurken, çok güzel şeyler yazmak, rahatlamak isterdim. Nafile, üzücü şeyleri yazmak zorunda kalıyorum. Dertleri paylaşmak istiyorum. Yapacak başka bir şeyim yok. Elden bu kadar geliyor.
***
Göstermek istenmeyince de, her gün, her hafta günden değiştiriyorlar. Şimdi de, çok bildiğimiz “kayyım atamaları”, tekrar gündeme geldi. Onunla meşgulüz. Açlık, yoksulluk, yoksunluk konuşulmaz oldu.
***
Tabii, kayyım gündeme geldikçe ve hep bildik belediyelerde oldukça akla şu soru geliyor: Seçilen insanların, sicili belliydi de, neden “seçilebilir”, belgesi veriliyor. Henüz yıllarını doldurmadan, sicil dosyaları gerekçe gösterilip, seçilen insanlar görevden alınıyor, yerlerine kayyım atanıyor?
***
Dostlar inanın bu, doğal olarak şu soruyu gündeme getiriyor: Acaba, “bile bile mi izin veriliyor. Seçilirlerse tepelerine bineriz!”, deniyor.
***
İnanın, olanları görünce, bu soru akla geliyor. Umarım ve temenni ederim, yanılıyorum… Yazıktır, günahtır; yapmayın, etmeyin yazık oluyor bu ülkeye.