KADİR DAYIOĞLU


ÖNCE REFİK SONRA TARIK…

Kelamı kibarlardan sonra fazla söz nafile.


“Evvel refik badel tarik”, "önce yoldaş, sonra yol" manasına gelen bir Arap atasözü. Yola çıkmadan önce arkadaşınızı seçin. Mesela, Hacca gidenler için, “refiklik” çok önemli. Türkçede “R” ile başlayan sözcük olmadığından “ırafık” der, halk. “Iramazan”, “İrecep” bu cümleden. Sık sık duyarsınız, yine hacca gidenler; “falan, filan ırafığım olur!” sözünü… 

**

Aynı zamanda bu; Fethi Abi (Gemuhluoğlu) tarafından “22 kasım 1975 tarihinde irticalen yapılan dostluk üzerine konuşmanın ana damarlarından birini oluşturan hadis i şerif… Merhum, önce herkesi ve her şeyi selamladığı konuşmasına aşağıdaki sözlerle devam etmiştir:

**

Peygamber-i ekber, bir hadîs-i nebevîlerinde buyuruyorlar ki, önce selam, sonra kelam. önce sizi selamlıyorum. yine peygamber-i ekber buyuruyorlar ki bir hadis-i nebevilerinde, önce refîk, sonra tarîk. önce yoldaş, sonra yol.”

**

Muhteşem bir belagat örneği olan konuşmayı dinlemedim ama kitaplaştırıldı. Oradan defalarca okudum. Yanlış anımsamıyorsam; “Fitnenin evveli Şam ahiri Şam!” sözü de; “Her şeyle dost olun… Tarihle, coğrafyayla… Ama politika ve politikacı ile asla dost olmayın!”, mealindeki söz de o konuşmada geçer. 

**

Ben de bu son sözden mülhem çocuklarıma hep şunu dedim; “Çocuklar, her türlü sosyeteye girin ama ayrılanlara hain deniyorsa, girmeyi bir yana bırakın asla kapısının önünden bile geçmeyin!” Bildiğim kadarı ile özümü tuttular… İnşallah, torunlarım da tutar… 

**

Dostlar, “Hain” sözcüğü çok netameli bir sözcük. Çok korkarım… Nice insanları, nice nesilleri kaybettik ya da istiskal ettik… İstiskale de kaybetmeye de devam ediyoruz. 

**

İnanın sıkıntılı şu günlerde, kitap okuyor, kitap karıştırıyorum. Merhum Abdülbâki Gölpınarlı’nın  “Tasavvuf’tan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri” kitabını şöyle bir karıştırdım, tekrar. Okudukça gönlüm açıldı. Tabiri caizse “inşirâh” buldum.  Bazı konuları sizlerle paylaşmak istedim. Umarım, oldukça sıkıntılı geçen şu günlerde, bir nebze de olsa, “sıkıntılı gündemden” uzaklaşırız. 

**

İlk alıntı “Bel-yol” ile ilgili. “Belden gelen evlât, sulbî evlattır; yoldan gelense, mürşide intisab edendir. Mürşit, kendisine intisab edenlerin yol atası sayılır; bu yüzden Yesevîler, mürşide ‘ata’, Bektâşiler ‘baba’; Melâmet erenleri ve Mevlevîler, bu tâbirde biraz benlik kokusu bulunduğundan bunun yerine, ‘ihvan’ sözünü kullanırlar ve ‘filanın dervişlerinden’ yerine‘filanın ihvanından” derlermiş.

**

“Belden gelen oğul, bâzı kere babasının yolunu tutmaya bilir. … Bu yüzden asıl evlât, yol evlâdıdır. Tasavvuf ehli bunu, ‘Belden gelen oğlum değil, yoldan gelen oğlum’ atasözüyle belirtirler. Babanın oğla karşı zaafı bulunabileceği düşüncesiyle bâzı şeyhler, sulbî oğlunun irşâdını, bir başka şeyhe havâle ederler”miş. 

**

Demek ki Tasavvufa göre; bel evladı değil, yol evladı olmak önemliymiş. 

**

İkincisi “ben ve benlik!”. Mesela, hayatta sık sık tekrarladığımız “ben demek” ya da “benlik” şeytan işiymiş. Hatırlanacağı gibi, “Şeytan, Âdem’e secde hususundaki Tanrı emrini; ‘Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu topraktan’ deyip tutmamıştı”. Ve “benliğe düşmüştü.”

**

Yine, “ben diyeni irşâd mümkün değil”miş. Bu nedenle, “Tasavvuf ehli, hadis olarak rivâyet edilen ‘Yokluk övüncümdür (fahrimdir k.d), onunla övünürüm’ sözünü, her hususta şiâr edinmiştir. Bu yüzden konuşurken, ‘ben’ dememeye ziyadesiyle dikkat ederler ve ‘ben’ yerine ‘fakıyr’ derler. Yanlışlıkla söz arasında ‘ben’ diyen kişi hemen kendini toparlayıp sözüne, ‘benliğime lânet’ sözünü eklerlermiş.”

Kitabı karıştırırken “Birlik makamı” diye bir başlığa rastladım. Bununla; “Gönül birliğinin tahakkuk ettiği mânevî ‘durak-menzil’ kastedilmekteymiş”. Bir nefesinde Pîr Sultan Abdal şöyle dermiş:

**

“Birlik makamında bir güzel gördüm;   

Leblerinin sükkeri var, kendi var

Âşıkı çok imiş, aradım, sordum,

Nice bencileyin derdimendi var.”

***

Kubbealtı Luğat’ta; Sükker (sukker), şeker, tatlı anlamlarına geliyor. Sükker-efşan; 

1. Şeker saçan, şeker dağıtan.

2. mec. (Ağız için) Tatlı şeyler söyleyen anlamları verilmiş.

**

Derd-i mend; Derdi olan, dertli, üzüntülü… 

“Kıl meded ey baht yoksa kâm-ı dil mümkin değil

 Böyle kim ol dil-rübâ bî-derddir ben derd-mend (Fuzûlî).

***

Dörtlüklerde Pîr Sultan, “vahdeti (birliği) dile getirmekte ve her şeyde, Hakk’ın tecellîsinin varlığın bildirmekte”ymiş. 

**

Şimdi sıra günümüze de ışık tutacak iki başlıkta: “Bir suçla adam asılmaz; Bir sürçen atın başı kesilmez.” Bu atasözleri, “bilmeden yapılan, yanılarak işlene kusurun bağışlanması gerektiğini, tekerrürü halinde yapanın, edenin cezalandırılmasını öğütler; ancak kusurun da bağışlanabilecek bir kusur olması gerekir”miş. Hatâyî yani Şah İsmail bir nefesinde şunları söylemiş;

**

Şahın bahçesinde bir garip bülbül,

Efkârım artmakta, hâlim pek müşkül;

Koparmadım aslâ, kokladım bir gül,

Kâfir oldum ise imâna geldim.”

**

Kelamı kibarlardan sonra fazla söz nafile. Bir nokta koyalım.