Son çeyrekte uygulanan politikaların tamamı bilinçli ve adım adım geliyor.
Atılan her adım BOP projesinin saç ayağı ve Lord Curson’un Lozan anlaşmasındaki söylemleri ile 100 yıllık bir rövanşın ayak sesleri ve bu değirmene su taşıyanların yerli işbirlikçilerin işi bu tablo.
Ordusunu bile isteye tasfiye eden, önce sınırdaki mayınları temizleyen, ardından sınır kapılarını sonuna kadar açan, Avrupa’nın çöplerinden sonra sığınmacı kaçak insanlara da kucak açan ve kendi insanının yaşam şartlarını her geçen gün daha da ağırlaştıran bir iktidarın son söylemi malumunuz.
Savaş çığırtkanlığı…
Bu süreç son genel seçimlerden önce başladı.
Hesaplar kitaplar bugüne göre yapıldı.
Kapıda yeni açılımlar var.
BUNLAR BOŞ İSRAİL SAFTASATI
ADD Tarafından yapılan açıklamada geldiğimiz noktaya dair şu ifadelere ve uyarılara yer verildi:
Cumhurbaşkanının 1 Ekim 2024 günü yeni yasama yılı açılışında TBMM’de yaptığı konuşmada, İsrail’in gözünü vatan topraklarımıza dikeceğini söylemesi üzerine günlerdir siyaset ve medya bu iddiayı, yanında ya da karşısında durarak tartıştı, 8 Ekim’de de TBMM gizli oturum yaptı.
Sonuçta, Cumhurbaşkanının “İsrail bize saldıracak” söyleminin haklı olarak siyaset kurumumuz, basınımız ve meclisimiz tarafından ciddiye alındığı, kamuoyunun gündemine girdiği ortada.
Oysa İsrail’in, kurulduğundan beri bağımsız bir devlet gibi değil, Batı emperyalizminin Orta Doğu’daki koçbaşı ve adeta ABD’nin 51. eyaleti gibi davrandığı defalarca görülmüştür, herkesçe bilinmektedir.
İsrail tehdidini ciddiye alanlar gerçek faili bırakıp taşeronla, tetikçiyle uğraşma kolaycılığı yapmaktadırlar.
YAŞADIKLARIMIZLA BİLİYORUZ…
Yaşadıklarımızla biliyoruz, Batı emperyalizmi 100’yıldır vatanımıza saldırıyor, milletimizi ve ülkemizi bölmeye çalışıyor, düşmanlarımızı destekliyor.
Bunun için de bazen uydusu devletleri, bazen terör örgütlerini, bazen de içimizdeki işbirlikçilerini kullanıyor.
Soralım:
-PKK, PYD, YPG terör örgütlerini kim yarattı, kim büyüttü, binlerce tır silahla kim donattı, kim besledi, besliyor?
-F Tipi yapılanma, kimin eseri? Sıradan bir vaiz nasıl büyüdü de, FETÖ olup darbeye kalkışabildi? Şimdi nerede, 25 yıldır kim besliyor, kim koruyor?
-Hemen tamamı emperyalizmin etki ajanı işleviyle Laik Cumhuriyet’in altını oyan tarikat-cemaat adlı dinci yapılanmaları kimler yarattı, destekledi, destekliyor?
Sorular çoğaltılabilir, yanıtlarsa belli…
BOP BİR EMPERYAL PROJEDİR…
2003’den beri söyleniyor; BOP bir emperyal projedir, 21. yüzyıl Sevr’idir.
Nihai hedefi, bölgenin tek laik demokratik hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta Doğu tipi bir din devletine dönüştürerek güdümüne almak, parçalamaktır. Bu hedefi, haritası ile sabittir.
BOP haritası (2003 de Başbakan ve Genel Kurmay Başkanı’nın önüne konulmuştur), projenin 23, hatta bazı genişletilmiş haritalarda İskenderun körfezi Hatay ve Adana dahil 25 ilimizi vatanımızdan koparmayı amaçladığını açıklıkla ortaya koymaktadır.
BOP’un bu nihai hedefini 20 yıl sonra, eksik olarak ve İsrail üzerinden ifade etmek de doğru değildir, BOP eş başkanlığı yaparak engellemek de, “ABD stratejik müttefikimizdir” diyerek kendimizi aldatmak da…
DEMOGRAFİK YAPI TAHRİP EDİLİYOR
Öte yandan, demografik yapımızı tahrip ve iç barışımızı tehdit eden, sığınmacı, mülteci, ensar ya da mazlum din kardeşleri nitelemeleriyle meşrulaştırılmaya çalışılan ve yurdumuzun her yerine yayılmış olan milyonlarca yabancının varlığı da en az bu tehdit kadar ciddiye alınması ve çözümlenmesi gereken bir yakın tehlikedir, yaşamsal bir sorundur.
Keza, laik, bilimsel, kamusal ve ücretsiz olmaktan uzaklaşmış, çocuklarımızı dünya çocukları ile yarışabilecekleri bilimsel bilgi ile donatamayan bir eğitim sisteminin de ciddiye alınması gereken çok önemli bir tehdit olduğu bilinmelidir.
Devletimizi yönetenler de, yönetmeye talip olanlar da Atatürk’ü ve döneminde devletin nasıl yönetildiğini iyi bilmeli, özellikle Atatürk Dış Politikası’nı bir an bile akıllarından çıkarmamalıdır.
-Türkiye nasıl olup da Birleşmiş Milletlere davetle üye olan tek ülke olabilmiştir?
-Sevr nedir, nasıl yırtılıp atılmıştır?
-Ulusal Bağımsızlık Savaşı nasıl meşruiyet zeminine oturtulmuş, o zemin en olumsuz koşullarda bile nasıl korunabilmiştir?
-Lozan nasıl başarılmıştır?
-1925 SSCB Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması, 1934 Balkan Antantı, 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 1937 Sadabat Paktı nedir, nasıl kotarılmışlardır, etkileri, ülkemiz, bölgemiz ve dünya için anlamları nedir, yararları ne olmuştur?
-Türkiye nasıl bütün komşuları ile dost olabilmiş, etrafında bir barış çemberi oluşturabilmiştir?
Bütün bunlar çok iyi bilinmeli, ders çıkarılmalıdır.
GÜÇLÜ BİR TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ŞART
Nereden gelirse gelsin ülkemize yönelik her türlü tehdidi bertaraf etmek ve Türkiye’nin kimsenin tehdit etmeyi aklından bile geçiremeyeceği bir ülke olmasını sağlamak içinse, öngörülü ve tutarlı bir siyasi önderliğe, “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesine dayanan güçlü bir laik demokratik hukuk devletine, laik ve bilimsel bir eğitim sistemine, güçlü bir ekonomiye, sağlam bir iç cepheye ve partinin değil milletin ordusu olan -bunu da “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” özsözü ile ifade etmekle gurur duyan- güçlü bir Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sahip olmak gerektiği de hiç unutulmamalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti, kadın, erkek ve çocuk binlerce şehidin, kanları ve canları ile nice yoklukları, yoksunlukları, işgalleri, isyanları, ihanetleri aşarak var ettiği dünyanın en haklı, en namuslu devletlerinden biridir, kutsal bir emanettir. Bu devlet; anlık tepkilerle, kerameti kendinden menkul teorilerle, öngörüden yoksun kararlarla, dini referanslarla değil mutlaka akıl ve bilimle yönetilmelidir.
“Yolunda yürüyen bir yolcunun, yalnız ufku görmesi kâfi değildir.
Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır.” diyor Atatürk. Hele bu yolcu bir devlet adamı ise, bir ülkeyi yönetme sorumluluğu üstlenmişse, “ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi” lazımdan öte, elzemdir, olmazsa olmazdır.
Çare Yeniden Atatürk Cumhuriyeti !
Saygılarımızla.
Evet… ADD’nin tespitleri, çağrısı net ve açık.
Bu saatten sonra yapılması gerekenlerde belli.
ADIM ADIM BURAYA MI?
Tablo ortada.
Türkiye’nin ne zaman ekonomi ile ilgili sorunu olsa, ne zaman iktidarın oyu düşse tek temel sorunumuz var.
“Beka meselesi!”
Şu anda görünen o ki sınır kapılarını sonuna kadar açıp ülkeyi yol geçen hanına çevirenlerin ülkemizdeki sığınmacı sayısı kadar bir ülkenin saldıracağı safsatası ile özellikle son günlerde yaptığı çığırtkanlık ortada.
İktidar ortaklarının ölene kadar koltukta oturmaları için sanırım son tahlilde Anayasa ile ilgili artık resmen ve alenen yüksek sesle dillendirilen ilk 4 maddenin değişikliğine dair tablo içerisinde Milli Mutabakat hükümeti süreci de olgunlaştı mı acaba?
Senaryo şu şekilde: AKP-MHP- yeni ortak CHP'nin bakanlıkları paylaştıkları, “Erken seçim” lafının rafa kalktığı ve birkaç partinin de dışarıdan destek sağladığı koalisyon benzeri, "Milli Mutabakat Hükümeti" kapıda mı?
Ekonomik buhran başta olmak üzere her geçen gün daha da kötüye giden alım gücünün sıfırın altına indiği, enflasyon canavarının vatandaşı inim inim inlettiği bir dönemde bölgemizde yaşanan savaşlar, yeni bir dünya savaşı yani 3. Dünya savaşı ihtimali, Türkiye'nin yeni askeri operasyon hazırlığı ve Yeni Anayasa hazırlığı bunun için öne sürülecek sebepler şeklinde konu başlığı edilebilir.
Peki ya gerçekte işler gerçekten böyle mi?
Gerçek sebepler ise şunlar:
Değişen para sistemini Türkiye'de daha sağlıklı uygulayabilmek yani Dijital paraya bağlı kontrolü daha da kolay büyük bir dönüşüm yaşayan küresel ekonominin iplerinin daha fazla sıkılması ile Buhran ve bunalım ekonomisinin hortlatılması.
Paris Sözleşmesi İklim değişikliği yasa ve yaptırımlarını daha rahat uygulayabilmek ve Dünya Sağlık örgütünün her gün yine ve yeniden dayattığı bir çok başta Aşı olmak üzere konu başlığının hayata metazori sokulması. Ve… Bu bağlamda DSÖ liderliğinde küresel tek sağlık sistemi uygulamalarını ve yaptırımlarını daha rahat sağlayabilmek ve insanları fişlemek, kaçacak yer bırakmamak, toplu ölümleri savaşla değil de ilaçlarla yavaş yavaş sağlamak.
Yeni dönemde herkesin üzerinde mutabık olduğu savı ile yeni anayasayla birlikte Türkiye'yi küresel sisteme tam anlamıyla entegre ederek koltuk sahiplerinin ölene kadar yerlerini garantiye almaları, seçimlerle değişmesi muhtemel yeni sahiplerin önünün kesilmesi ve devri sabık yaratmadan, yargılama yolunun tamamen tıkanarak sözün ona Demokrasi şöleni, uçan Türkiye söylemleri ile tam gaz yola devam.
Türkiye’nin yüzde 20 mutlu azınlığı bir eli bir eli balda yaşayarak düzenlerinin bozulmadan, kalan yüzde 80 Emekli, Asgari ücretlinin yılbaşında verilecek yüzde 35-40 arası bir zamla öldürmeden ama muhtaç edilerek yaşamalarına izin verilmesi…
Yoruma gerek var mı?
Zaten yazının tamamı yorum.
Eğer bundan da bir şey çıkartamıyorsanız.
Size de söyleyecek sözüm yok artık!...