İnsanoğlunun duygu ve düşüncelerini bir başkaları ile paylaşabilmelerinin, insanların dertleriyle dertlenmenin, sevinçleriyle sevinmenin ve yaşadığı bu dünyaya ait iz bırakabilmenin en temel güzelliklerinin başında yazmak ve yazışmak gelmektedir.
İnsanlık tarihinden bugüne kadar en güçlü iletişim aracı olarak kabul edilen yazı yazmak, aynı zamanda konuşma güçlüğü çeken, istek ve sorunlarını anlatmakta zorlanan insanın vazgeçilmez yaşam biçimi yazı yazmaktır.
Yazı olmasaydı eğer birçok yazarı tanımayacaktık, klasikleri, tarihi, şiiri ve dünyayı okuyamayacaktık. Yazmak, düşüncelerimizi ifade etmek, bilgiyi paylaşmak, anıları toplamak, hikayeler anlatmak, acıları ve mutlulukları paylaşmak için güçlü bir araçtır.
Burada itiraf etmek isterim ki, yıllar boyu arkadaşlık yaptığım, aynı ortamda sohbet ettiğimiz, ticari ve insani ilişkiler içinde yıllarımızı geçirdiğimiz birçok insanı tanımakta zorluk çektiğimizi veya az tanıdığımızı, yazdığı yazılarından, yorumlarından, kurduğu cümlelerden ve cümle düşüklüklerinden anlamış bulunmaktayız. Yazmak icat edilmemiş olsaydı insanlar unutmaya ve unutulmaya mahkum olacaklardı. M.Ö. 3500 Yıl önce Sümerler tarafından yazı icat edilmeseydi dünyaca ünlü Klasiklerin yazarlarını, ünlü Tarihçileri ve Namık Kemal, M. Akif Ersoy, Halit Ziya, Yakup Kadri, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Oğuz Atay ve isimlerini yazamadığım birçok Türk yazarları tanımamış olacaktık. Gördüklerimi ve öğrendiklerimi yazmasaydım, yazılanları ve yazdıklarımı okumasaydım, okuduklarımı anlamasaydım, insan olma meziyetlerini taşıyamazdım. Zira günümüzde her okuyan ve yazana insan demek ne kadar doğru olur o da ayrıca düşünülmesi gereken konuların başında gelir. İnsani değerlere sahip değilse, kamu hakkının yenmesine göz yumuyorsa, rüşvet alıyorsa, Allah ile aldatıyorsa, doğayı çıkarı uğruna talan ediyorsa, çocuk ve kadın tecavüzlerine yelteniyorsa, yazıyor olmasının, okuyor olmasının veya isminin önünde çeşitli unvanlar olmasının ne önemi vardır?
Yıl 2016 Ekim ayı. Mustafa Cengiz Bey Gazetede yazar mısın teklifini getirdiğinde yüzüm kızarmıştı ve yazmak ciddi bir iştir demiştim. Kendi halimde okuyup yazardım ama Gazetede yazmayı aklımdan geçirmemiştim. Yazmaya başladığım günden bugüne kadar yazmanın bu kadar keyifli olduğunu, anılarımın bu kadar değerli olduğunu bilmiyordum. Yaşamım sona erdiğinde bile bir şeylerin beni yaşatacağını düşünemiyordum. Kendimin kutsal bir eylem içinde olduğunu, yazarken gösterdiğim titizliği ve ciddiyetin farkına varıyorum, babam ve annemle ilgili anılarımı yazarken gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyor, arada bir ironi yapıp kahkaha atıyorum, bir sonraki yazımın başlığını ve konusunu düşünüyorum. Yazdıklarımın yayımlanmasından sonra sosyal medyada paylaşıyorum, görücüye çıkıyor beğeni veya eleştiri alıyor ama benim çalışmalarım daha az hata yapmak üzere ve daha dolu dolu yazmaya yoğunlaşmaktadır.
“Söz vermiştim kendi kendime yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak ta bir hastalıktan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet, neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye kalem, kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım”. (Sait Faik Abasıyanık, Haritada bir nokta) Bu nasıl bir duygusallık birader?
“Okuyorum güzel yazmak için, yazıyorum güzel konuşmak için, aslında özümde iyi insan olabilmenin çabası var.” Faruk Ergan