KADİR DAYIOĞLU


NELER GÖRDÜK NELER!

Neşet Ertaş’ın “hoyrat” söylediğini de öğrenmiştik. Şahsen ben, Neşet ustayı, daha çok “bozlak”larıyla tanıdığımı sanırdım… Meğerse “bozlak” diye bildiklerim “hoyrat”mış…


Bir başkanımız vardı, unutuldu gitti… TV’lere çıktı mı, “derin analizleri” dinlenirdi. Bir kültür adamı diye çok itibar görürdü. Bunların birinde Neşet Ertaş’ın “hoyrat” söylediğini de öğrenmiştik. Şahsen ben, Neşet ustayı, daha çok “bozlak”larıyla tanıdığımı sanırdım… Meğerse “bozlak” diye bildiklerim “hoyrat”mış… 

***

Cehlime verin “hoyrat” ile “bozlak” aynı olabilir. Bunun değerlendirmesini Hüseyin Cömert Hocamıza bırakalım. 

***

Yine değerli Başkanımızın, “derin analizlerinden” birisinde, çok köyümüzde, düğünlerde, “Çaykovski’”nin eserlerinin çalındığını ve bunun da kültür yozlaşmasının, kültür erozyonunun bir sonucu olduğunu duyunca, çok şaşırdım ve ne denli cahil olduğumu bir kez daha anlamış oldum… Neşet Ertaş’ın “hoyratları” dururken, “Çaykovski”’ye ne gerek varmış?

***

İsterseniz biraz ukalalık yapalım… Düşünebiliyor musunuz; köy düğünlerinde, Çaykovski’nin; Kuğu Gölü Balesi, Fındıkkıran Balesi, Uyuyan Güzel Balesi, Maça Kızı, uvertürleri, konçertoları, senfonileri vd. davul, zurna ile ne de güzel çalınır! Sadece köy düğünlerinde mi, çalınır bunlar? 

***

Aynı eserleri, bizim Şiremenli’de mukim, Roman vatandaşlarımız da çok güzel çalıyorlar, diye düşünüyorum, Başkanın uyarısından sonra… 

***

Ermeni asıllı Ağop Dilaçar’ı (Martayan,1895-1979) büyük bir dilci, büyük bir Türkçe ustası olarak bilirdim… Güzelim Türkçemize katkılarının yadsınamayacağını sanırdım… Bunlardan dolayı büyük Atatürk’ün Dilaçar soyadını verdiği de belleğimdeydi… 

***

Oysa, Dilaçar, dilimizi “katledenlerin” başında gelirmiş… Nesiller arasındaki ilişkiyi kopartanların başta gelenlerindenmiş… Türk Dil Kurumu’na da bunun için Başkan olmuş… Ne zaman başkan olduysa? 

***

Dilaçar, İstanbul,1895 doğumlu. Ölümü 1979… Vahan isimli Kayserili bir babadan ve Eugenie isimli Yozgatlı bir anneden dünyaya geldi. Yani, hemşerimiz… Mesela, bir eğitim kurumuna ismi verilemez mi? Neden olmasın?

***

Tabi ben yine; Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin ilk yıllarında, Kayseri’de, hem de merkez de, hem de “makarı ulema” denilen bu şehirde, bir mahallede, okuma yazma bilen birkaç kişi olduğunu sanırdım…  

***

Yine tabi ben, Osmanlıca metinleri, yazıları okuyabilen çok az insanın olduğunu düşünürdüm… Oysa, “dil devrimi”  ile, Osmanlıca bilen yığınlarca insanın, geçmişle bağı kopartılmış…

***

Yine sanırdım ki; Osmanlı teb’asının büyük bir bölümü, özellikle münevver takımı, çatır çatır, Sadi’yi, Fuzuli’yi, Şeyh Galib’i, Mevlana’yi, Nedim’i, Namık Kemal’i, Divan Edebiyatı’nı okur, yazar,  anlar, şerh ederdi…  İşte Cumhuriyet ve dolayısıyla dil devrimi, dolayısıyla Dilaçar gibiler, geçmişle, günümüzün bağını koparttı…  

***

Mesela, Raşit Efendi Kütüphanesi’nde on binlerce kitap vardı, Makarr-ı Ulema denilen Kayseri’de… El insaf, yâ hû!

***

Bu yaklaşım, “klasik sağın” ya da “Marmaratörlerin” ya da “MTTB”cilerin temel yaklaşımı olduğu için yadırgamadım… Bu fakir de vakti zamanında öyle düşünürdü! Ama Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı “mirasın” künhüne vakıf olmaya başlayınca, durumun, kulaklarımıza fısıldadıkları gibi olmadığını, “büyük” diye bildiklerimizin “üfürdüklerini” de öğrendim… 

***

Bir de Başkanıın, aşık oyunundaki “cüllemeyi” anlatması  ve günümüzde de benzeri “cüllemlerin” yapılıyor olduğunu söylemesi; AKP’nin bu “cülleyicilere” izin vermediğini; çatışmanın da bu yüzden çıktığını söylemesi, çok ilginçti… 

***

Sanırsınız, yirmi yılda İmar Kanunu’nda yapılan ve iki yüze varan değişiklikler, “asker kaçağı” İsmet Paşa merhum zamanında yapıldı…

***

Tabi, bu “derin analizlerin” karşısında aklıma, İmar Kanunu’nun 18’inci Maddesi üzerinden yapılan  parsel “cüllemeleri”  geldi… Bir buçuk asırlık, ebe ecdattan kalma arsamızın nasıl “cüllendiğine” bizzat tanık oldum… Bir de Sayın Başkan; biraz da 18’inci madde “cüllemesine” değinseydi, iyi olurdu…