KADİR DAYIOĞLU


MİHRİCAN

Derleyen, Muzaffer Sarısözen; Kaynak Kişi, İbrahim Bakır; Yöre, Deremumlu Köyü/Yozgat diye geçiyor kayıtlarda; “Mihrican mı değdi gülün mü soldu” türküsü.


Derleyen, Muzaffer Sarısözen; Kaynak Kişi, İbrahim Bakır; Yöre, Deremumlu Köyü/Yozgat diye geçiyor kayıtlarda; “Mihrican mı değdi gülün mü soldu” türküsü. 

***

Neriman Altındağ Tüfekçi çok güzel okurdu. Şimdi ise başta Aysun Gültekin olmak üzere, çok güzel “çalıp-çığıranlar” var. Şimdi, metnini veriyorum, sonra buraya nereden geldiğimi anlatacağım.

***

Mihrican mı değdi, gülün mü soldu,

Gel ağlama garip bülbül ağlama,

Felek baştan başa kimi güldürdü,

Gel ağlama garip bülbül ağlama,

 

Şakı benim Şeyda bülbülüm şakı,

Bu dünya kimseye kalır mı baki,

Sana da mı değdi feleğin oku,

Gel ağlama garip bülbül ağlama,

 

Gonca gül açılır, har ile geçer,

Dertlilerin ömrü zar ile geçer,

Turabi biçare serinden geçer,

Gel ağlama garip bülbül ağlama

***

Çok farklı anlamlara da gelse “mihrican” halk arasında sonbaharın ve soğukların başı olarak geçer. Bir de, “Anne ve babalar çocuklarına isim koyacakları zaman çok ince eleyip sık dokurlar. Hem kulağa hoş gelen hem de anlamı güzel olan bir isim bulmak için çabalarlar. Kız çocukları için tercih edilebilecek en güzel isimlerden birisi de Mihrican’dır”. 

***

TDK, Sonbahar ve eski İranlıların, gece ile gündüzün eşitlendiği yedinci güneş ayının on altıncı gününden başlayarak altı gün kutladıkları bayram, diye tanımlıyor.  Aslı Farsça’ymış… Kökü, ta Zerdüştlük dönemlerine kadar gider, tıpkı “Nevruz” gibi kutlamalar yapılırmış. Büyüklerimiz; “h”yi düşürür; “mirican” derlerdi.

***

Kayseri’de iki “mihrican”dan söz edilir… Küçük ve büyük mihrican… Bu günlerde yaşadığımız “mihricanın”“Büyük Mihrican” olduğunu söyledi, Koca Reis… Aramızda Hüseyin Cömert’e böyle hitap ederiz. Küçüğü geçmiş…

***

Reis devam etti: “iç Anadolu'da, eylülün ilk haftasına denk gelen soğuklardır. büyük mihrican ve küçük “mihrican” diye de ikiye ayrılır. aralarında on gün vardır. yavaş yavaş kırağı düşer. 

***

Havalar çok soğur, bağcıları korkutur… Bağlar bozulur, pekmez kaynatılır, cevizler çırpılır, turşular kurulur, yakacaklar hazırlanır; şehre iniş hazırlığı başlar. Bu sene denesi bile olmayan elmanın indirilmesi, ekim ayının ortalarına rastlar. Öyle ya, elmanın biraz daha kırağı alması istenir. Ama bir sakıncası yok, bu günlerde de indirilebilir.

***

Havalar çok kurak ve soğuk geçiyor… Pek hayra alamet değil. Ağza alınacak tek bir meyve olmayınca, gece gündüz kalorifer yakılınca; dışarı adım atılamayınca, hanım; “Hadi inelim!”, dedi. Apar topar, geçtiğimiz cumartesi indik. 

***

Tabii, bağdan inişler eskiden olduğu gibi değil; bir otomobillik yük yetiyor… Gördürdüğünüz komşulara da; “Allah senesine güle güle yitirsin!” temennisi ve tabii, “amin!” sözü de ihmal edilmiyor.

***

Tabii, “iniş” çok hüzünlü oluyor; göçüşün heyecan ve neşesi yok. Bir daha gidip de gelmemek var; Allah bilir! Merhum Şekip Ayhan Özışık’ın, güftesi de kendisine ait; “Yine hazan mevsimi geldi / Yine yapraklar peşi sıra gidecek” nihavendinin de tam mırıldanacağı zaman.

***

Ya da merhum Yahya Kemal’in; “Günler kısaldı… Kanlıca'nın ihtiyarları / Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları” dizlerinde (Eylül Sonu) dediği gibi. 

***

Dostlar ömrümde seksen, anımsaya bildiğim yetmiş beş sonbahar geçmiş, dile kolay söylemesi… Bundan böyle, kaç sonbahar daha yaşarız, bilemiyorum. O nedenle, gelecek gülerimizin huzur içerisinde geçmesi en büyük dileğim. 

***

Son sözü, şu kelam-ı kibarla bitirelim; “Hepimizin hüsnü hatimesi için!”