KADİR DAYIOĞLU

Tarih: 20.09.2021 10:11

MİHRİCAN

Facebook Twitter Linked-in

Bizim nesil ve öncekiler bilir, ‘Mihrican’ı… “Küçük” ve “büyük” diye de iki zaman dilimine ayrılır. Aslında bu; Şaman ve özellikle İran Mecusiliği’nde bir “bayram” günü. Soğukların ve kışın habercisi. Bu inançlarda diğer “bayram” ise, “nevruz”… Bu da sıcakların, yazın habercisi.

***

Biliyorsunuz “Nevruz” da (21 Mart) gece-gündüz eşittir… Mihrican’da da (21 Eylül) öyledir. O nedenle, Nevruz ile Mihrican daire çapının iki ucu gibidir.

***

Tabii, Mihrican her ne kadar gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Eylül günü başlarsa da bizde, 30 Ağustosu takip eden 2-3 gün “Küçük Mihrican”a karşı gelir.

Bağcılar iyi bilir; 30 Ağustos’ta sıcak olan hava, eylüle girer girmez birden soğur, fırtına ile birlikte. Hatta, bağdan kaçışlar başlar… Yine bu günlerde, Alidağı’nda “çıra” yanardı. Bizim nesil bunu çok iyi bilir.

***

Talaslılar da iyi bilir; “Çıra”yı da bir “gayri Müslim” birisi yakarmış. O anı gören; “Çıra yandı!” diye konu-komşuyu uyarırdı.

***

“Küçük Mihrican” ve “Çıra”, sonbaharın habercisi. Hazırlık yapın, bostanı ve bağı bozun, “şıra/pekmez” kaynatın, cevizleri çırpın vs. der bizlere. Eylül’ün ortasından sonrada elmalar toplanır. Bağcılar da, çiftçiler de, tarımcılar da buna göre pozisyon alır.

***

Bu sadece Kayseri’ye has bir şey değil… Özellikle İç Anadolu'da, eylülün ilk haftasına denk gelen soğuklar, “Mihrican” ile anılır. Büyükle küçük arasında on gün vardır. Tabii, bir iki günlük sapmalar normaldir.

***

Bu günlerde yaşanan soğuk, “Büyük Mihrican”. “Bostan mostan” kalmaz soğuk alır;  bazıları, bizim gibi “soba yakar”. Nitekim iki-üç gün soba yaktık, Hisarcık’ta... Sanırım yakmaya devam edeceğiz.

***

Nasıl olsa; her ne kadar  “kıraç bağcı” değilsek de; “tırtır baba bunaltmadı yakacaktan!”. Veriyoruz odunun gözüne; “sebil” gibi.

***

Bir de “susuzluk” nedeniyle, ağaçlar kurumaya başladı. O nedenle de odun bol. Sebep olanların gözleri aydın olsun. Doğayı, ölüme terk ettiler.

***

Tabii, bu günlerde, “Türkmenler” de, sürülerini yayladan indirir.  Zira sürünün üzerine kar yağabilir.

***

Bu Şaman ya da Mecusi günü türkümüze de girdi: Aysun Gültekin ve Erdal Erzincan’ın çok güzel okuduğu; “Mihrican mı değdi / Gülün mü soldu”  türküsü de buradan gelir. Youtube’den zevkle dinlersiniz, tavsiye ederim.

***

Toplum ve Diyanet Araplaşmaya ya da “Arabizm”in etki alanına girmeye başlayınca, “Hacı ağabeyler!” giderek arttıkça, asla “bayram” olarak kutlamadığımız, bu günleri de unutturdular.

***

Bu, bizim için “folklorik” bir olay tıpkı çaput bağlamak, türbe ziyaret etmek, türbede mum yakmak,  kurşun dökmek, “un tütütmek” gibi…

***

Siz siz olun da; “millet” olarak kalmak istiyorsanız; “bidat”, “haram”, “küfür”  denilen bu adetleri yaşatın. Yaşatın ki; çok renklilik ve “çoğulculuk” devam etsin bu ülkede. Yoksa Afganistan, İran ve Suudi Arabistan’a döneriz.

***

Diyanet; “Mihrican”ı, İslamiyet öncesi, inançlar cümlesinden gördüğünden, büyük Sahabe Selmân-ı Fârisi’nin; “Allah, Nevruz günü kullarına yakuttan, Mihrican günü ise zebercedden [zümrütten daha açık bir süs taşı] zîynetler çıkarır. Bu iki günün diğerlerine üstünlüğü, yakut ve zebercedin diğer mücevherlere üstünlüğü gibidir", sözünü, o söz, Müslüman olmadan önceydi tevil ediyor, yayınlarında.

***

Bir Hadis’e istinaden; Sünni inançta bu iki bayramın karşılığı olarak; “Ramazan ve Kurban Bayramını” işaret ederler. Yani, bunlarla “nesh” edilmiş Nevruz ve Mihrican bayramları.

***

İsterseniz bir ansiklopedik bilgi daha vereyim. Mihrican’ı yakından tanıyalım. Farsça imiş. Mihrican'ın esası "mihr" günüymüş.  Bu bayram, “ruh sevgisi” anlamında “Mihrican” diye bilinirmiş. Ayrıca Mihr; Güneş'in de ismiymiş.

***

Sormak lazım; Mihrican, madem İslam öncesi inançlar cümlesinden, “Şii, Alevi, Mecusi vd.” olmayan “Makarr-ı ulema” Kayseri ve civarında yani Sünni olan İç Anadolu’da, günümüze kadar nasıl geldi, “Mihrican” kültürü?

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —