KADİR DAYIOĞLU


MEHMET NAZIM BEY (3)

Nâzım Bey’in cenazesi akşam treniyle Ankara’ya yolcu edildi. Güzel beyaz atı bir daha gören olmadı.


Cephe karargâhı…

Haber herkesi kedere boğdu. İsmet Paşa Kurmay Başkanı’na;

- “Bu kuşak” dedi, “vatanından başka sevgili bilmemiştir.” Gözlerini sildi: 

- “Ankara’ya bildirin.”

***

Mustafa Kemal Paşa Çankaya’daki çalışma odasında ertesi gün Kongre’de yapacağı konuşmayı hazırlıyordu.

Fikriye sessizce içeri girdi, bekledi.

- “Bir şey mi var Fikriye?”

Fikriye’nin yüzünden bütün kan çekilmiş gibiydi:

- “Evet Paşam, kötü bir haber var. Salih Bey üzülürsünüz diye söylemeye cesaret edemiyor.”

- “Nerde o?”

- “Kapıda.”

Mustafa Kemal Paşa,

- “Salih, gel” diye seslendi. 

Salih Bozok içeri girdi, durdu.

- “Ne var, ne oldu?”

- “Şimdi Fevzi Paşa telefon etti. 4. Tümen karargâh kadrosu felakete uğramış.”

- “Ne demek o?”

- “Kurmay başkanı Binbaşı Şerafettin Bey yaralı olarak düşman eline esir düşmüş. Çoğu şehit olmuş efendim. Askerler ancak birkaç yaralı subayı kurtarabilmişler.”

Mustafa Kemal çekinerek sordu:

- “Ya Nâzım?”

Salih ağlamaya başladı.

Mustafa Kemal donup kaldı, sonra zorlukla,

- “Gel biraz yürüyelim” dedi, bahçeye çıktılar. Yüksek ağaçların altında yürüdüler.

* * *

Nazım Bey’le birlikte, ağır yaralı olan iki kurmay subay, Yüzbaşı Faruk, Emir Subayı Nimet ve Süvari Takım Komutanı da Eskişehir hastanesine getirilmişlerdi. Halide Edip’in Nâzım Bey’i o halde görmesini istemeyen başhekim, ancak bir saat sonra vedalaşmasına izin verdi.

***

Koridora yatırılmış yaralılar ormanı içinden geçtiler. Koridorun sonuna yürüdüler. Son kapının yanında, Nâzım’ı getiren birkaç bitkin asker vardı. Çömelip sırtlarını duvara dayamış, bekleşiyorlardı. Biri de Eyüp Çavuş’tu. Halide Edip’i tanırdı. Gözlerinden ip gibi yaşlar inerek ayağa kalkıp selam durdu. Başhekim odanın kapısını açtı. Halide Edip’e yol verdi.

***

Oda loş ve serindi.

Nâzım Bey’i ayaklı bir sedyeye yatırmış, üzerine büyük bir Türk bayrağı örtmüşlerdi. Halide Edip yavaşça bayrağı kaldırdı. Şehit Nâzım Bey kalpağı ve göğsü kapalı üniformasıyla yatıyor, elleri göğünde huzur içinde uyuyordu. Nâzım’ın elini veda eder gibi okşadıktan sonra bayrağı usulca örttü. Dışarı çıktı.

***

Beyaz at… O yine oradaydı! Karşıdaki boş alanda, gözlerini umutla hastaneye dikmiş, bekliyordu. Ne yem yiyor, ne kimseyi yanına yaklaştırıyordu.

Nâzım Bey’in cenazesi akşam treniyle Ankara’ya yolcu edildi.

Güzel beyaz atı bir daha gören olmadı.

_________________________________________________________________

 1.  Bkz: http://okulweb.meb.gov.tr/38/15/592477/sehityeni/nazimbey.htm

 2.  Ne yazık ki “ölüm” yeri deniyor, oysa “şehit düştüğü” yer denmeliydi.

 3. Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, 184. Basım, Bilgi Yayınevi, Ank., Ekim 2005. ss. 139-186