KADİR DAYIOĞLU


KÜRKÇÜ DÜKKÂNI!

15 Ekim günü, uçakla İstanbul’a hareket ettik. Bir buçuk ay sonra, 01 Aralık’ta dönüşümüz...


15 Ekim günü, uçakla İstanbul’a hareket ettik. İstanbul Havaalanı’na indik… Bilmeyenler için labirent gibi bir havaalanı. Birkaç görevliye sormadan karşılayanların bulunduğu yere ulaşamıyorsunuz. Kendinizi bulmacada, peynire ulaşmak için fare gibi hissediyorsunuz. 

***

Tabii, uçaktan inince valiz al, gideceğin yere ulaş, en az bir buçuk saat sürüyor. Hele hele elinde bagajı, hasta ve yaşlı olanlar için adeta “ölüm yürüyüşü!”

***

Birkaç kez bu hali yaşadık. Bunu bildiğimiz için, bir buçuk ay sonra, 01 Aralık’ta dönüşümüzü, kaldığımız yer Maslak olmasına rağmen, Sabiha Gökçen’den yaptık. Biblo gibi bir havaalanı…Gideceğiniz yere rahat ulaşıyoruz, kimseye sormadan…

***

Sanırım, bu nedenle Sabiha Gökçen çok tercih ediliyor. Kayseri Havaalanı da güzel olmuş ama giderken bir şey dikkatimi çekti. Bekleme yerinden uçağa inerken, normal merdivenden inip, körüğe ulaşıyorsunuz. Neden yürüyen merdiven yok, anlayamadım doğrusu. 

***

Hava trafiği çok yoğun olduğundan, peş peşe inen ve kalkan uçaklar, doğal olarak İstanbul’a iniş ve özellikle kalkışlarda gecikmeler oluyor. Bazen uçağın içerisinde yarım saatten fazla bekliyorsunuz. 

***

Bir buçuk aylık süre, genellikle kapalı, yağışlı soğuk bir havada geçti. Kaldığımız yer, söylemiştim Maslak. Haliyle, Boğaz’a inmek çok kolay… Biz de fırsat buldukça bol bol indik Boğaz’a… 

***

Bir kerede karşıya geçtik arabalı vapurla. Ta, Kandilli’ye kadar gittik. Kandilli’de geçen günlerimizi anımsadık, Yahya Kemal merhumun dediği gibi; “Günler kısaldı Kanlıca'nın ihtiyarları/Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.” Ne güzel günlerdi… Hoşgörünün hakim olduğu bir yerdi. Kandilli iskelesinde meyhane ile cami yanyanaydı.

***

Ama şu gözlemimi aktarayım. İstanbul’un her yeri ama yer yeri bir kaos içerisinde… Bu şehir, bu kadar sabit ve hareketli nüfusu kaldıramaz. O nedenle derim ki, kim olursa olsun, kim iktidara gelirse gelsin, İstanbul’un hiçbir sorununu çözemez, çözülemez.

***

Çözüm, İstanbul’a göçü önlemek ve boşaltmak. İnanın yaşamak, orta ve dar gelirliler için oldukça zor. Allah, yardımcıları olsun. Eviniz kira değilse, bir haneye ayda en az yüz bin lira girmeli. Bir de kirada oturuyorsanız, iki, üç çocuğunuz varsa, hayat zehir oluyor…

***

Allah’tan, çok güzel adetimiz aile dayanışması sürüyor. Bir anlamda Anadolu, İstanbul’u besliyor. Kaderin cilvesine bakın, geçmişte de böyleymiş Anadolu…  Bu da olmasın, nüfusun büyük bir kesimi, sürünür! 

***

Bir lokanta da karnımı duyuruyum deseniz,  üç kaplı bir yemek için, en az beş yüz lira ödüyorsunuz. Dürüm ve ayran bile neredeyse bu fiyatı buluyor.

***

Kamu hastanelerine gitmek, ölümden beter; özel hastaneler ise el yakıyor, semtine dahi uğrayamazsınız. Günün en az dört saati yolda geçiyor, gidip-gelmek için. İnanın, bir doğal afette İstanbul’da, “afet” öldürmez insanları, doğacak “kaos”, “panik” öldürür. 

***

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, CHP’li belediyelerin yapmak istediği sosyal amaçlı hamleler, akıl almaz bir biçimde Merkezi iktidar tarafından önlenmek isteniyor. Hayati proje kredilerine onay verilmiyor, kreşler kapatılmak isteniyor. Birikimli borçları tahsil ediliyor, dönemine bakılmaksızın. İmar yetkileri, ellerinden alınmaya çalışılıyor. Yargı sopası, İmamoğlu ve Yavaş’ın üzerinde sallanıp duruyor. 

***

Aslında bu bir akıl tutulması, akıl almaz bir durum. Burada, eli-kolu bağlanan CHP’li belediyelerle birlikte o yörede yaşayan ahali, “topal ördeğe!”benzetilmek isteniyor. Tabii, bu, sandıkta, iktidarı silip süpürebilir, bizden haber vermesi. Bunun misalleri, siyasi tarihimizde çok görüldü. Sonuçları da…

***

Oldum olası dolmuşa ve belediye otobüsüne binemem, hele hele mesafe uzun olursa. Midem bulanır, dur-kalklar ve adım başı kasisler nedeniyle… 

***

Dönüş günü geldi çattı. “Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanı!”, hesabı. Biz de yoğun bir soğuk akşamı, Kayseri’ye döndük, Havaalanı taksi ile…Evimiz, Sivas Caddesi girişinde. Üç yüz lira tutu. 

***

Helal olsun. Sürücüye sordum, “işleriniz nasıl?”. Cevabı, bilinen bir şey: “Karşılamaya gelenler ve tur araçları nedeniyle işlerimiz pek iyi değil. Bir de belediye otobüsleri!”

***

Herhalde, Talas’a, İLDEM’e, BEL-Sin’e gitsek, bin liradan aşağı değil. Tabii, önemli bir para o nedenle, imkanı olanlar, özel otomobil ve belediye otobüsünü tercih ediyor. Bir de, HAVAŞ ve Raylı Sistem olduğunu düşünün, taksiler çok zor durumda kalır.

***

Ama öyle ya da böyle, “kursak kavurgasını özlüyor!”. Ben İstanbul’da yaşayan bir emekli olsam, şayet imkanım varsa, mutlaka memleketimde yaşarım. Zira her türlü imkan şehirlerinde de var. “Taşı toprağı altın!” sözü mazide kaldı artık. Şimdi, taşı toprağı, “azap!” veriyor İstanbul’un.