İlber Ortaylı Hocamız, entelektüel derinliği oldukça yüksek; allâme, tarihi sevdiren ender kişilerden… İyi ki de var. Sağlıklı ömürler diliyorum. O nedenle ben onu eleştirme gibi bir noktada asla olamam. Eleştirmek benim haddimi aşar.
***
Hocamız, geçenlerde “Kitap Fuarı”na gelmiş. Doğal olarak çok ilgi görmüş. Bir de konuşma yapmış. Konuşmasının bir yerinde; “Kayseri benim de bildiğim okumaya ve okutmaya çok meraklı bir şehirdir, bu özelliği ile tanınır. Böyle kitap kulüpleri vardır; Üniversitenin kitap kulübü. Kütüphanesi çok büyük bağışlar alır.”
***
Değerli Hocamız bu bilgiyi kimden ya da nereden almış, bilemiyorum. Mesela ERÜ’nün “kitap kulübü” var. Doğru… Kaç üyesi var? Biliyor musunuz; erişebildiğim bilgiye göre iki… Tabii, Biri vakıf, dört üniversite mevcut şehrimizde. Bunların kütüphanelerinde kaç kitap var? Yılda kaç kişi bundan istifade ediyor?
***
Bir hatırlatma daha yapayım; kitap alabilme gücüne sahip varsılların kaçının evinde yüz kitap var, acaba? Sanırım o kadar fazla değil, sayısı.Fuarda kitap alanlar da muhtemelen, harçlıklarından kısıp alan öğrenciler, az sayıda ki kitap hastaları.
***
Değerli Hocamız devam ediyor; “Maalesef benim ilk defa 1963 yılında ziyaret ettiğim Kayseri’de bir doku vardı; Taş evler, mahalleler ve kültür yaşıyordu. Bu yok oldu ve şehrin kusurudur; eskiyi koruyamamak. Ama okumak güzel bir şey. Zaten ikisi bir arada olsa burası Rönesans İtalya’sını kıskandırır.”
***
Değerli Hocam, yapmayın etmeyin. Zatınız, o evleri pek tanımıyorsunuz. Dışı sizi içi bizi yakar türünden.
Bizler, o evlerde doğduk, büyüdük, hatta evlendik. Varlıklı, orta gelir grubu ve fukaralar, yan yana yaşardı mahallelerde. “Çok düşük konfora” sahip, evler. Kadınlar çekerdi cefasını.
***
Değerli Hocam, bir asır öncesinin verisi, örnek olur mu? Bilemem… Hüseyin Cömert Hocamızdan aldığım bilgi şöyle: 1872 yılı tapu kayıtlarında, merkezde, 8.517 hanenin içerisinde değeri 20 bin kuruş üzerinde olan ev sayısı, sadece 153.
***
1950’li yıllarda, kısmen Cumhuriyet, Aydınlık Evler, Örnek Evler, kısmen Sahabiye Mahalleleri ortaya çıkınca, bahçeli, en fazla iki katlı, odunlu termosifonlar, buzdolapları, evin içinde tuvalet, ayrı banyo hayatımıza girince varsıllar ve orta gelir grupları, eski mahalleleri terk etmeye başladı. Oturulacak gibi olsa neden terk etsinler ki?
***
Boşalan evlere, kırsaldan, şehir dışından gelen kişiler oturmaya başladı. İmar hareketleri genişledikçe buralar da boşalmaya başladı. Haliyle eski evler kaderine terk edildi. Metruk hale geldi, ayyaş/ berduş hane ve it yatağına dönüştü. Çoğu da yıkıldı… Artık buralar, yenilenemez oldu. 1970’lerde, Yavuz Taşçı planında koruma altına alınan mahallelere, 1990’lara gelindiğinde girilemez oldu.
***
Bunların yıkılması kaçınılmazdı artık. Ama şu yapılabilirdi; her mahallede, birkaç tane, çatılı, güzelim taş (yonu) evler vardı. İşte bunlar, kamulaştırılarak “koruma” altına alınabilirdi. Ama bu yapılamadı. Eski evler, dozerlerle yerle bir edildi. Bazıları, restore edildi ama geç kalındı, çoğu yıkıldı.
***
Hocamız kusura kalmasın, bu yapıların, Rönesans İtalya’sı yapıları ile mukayese etmenizi de anlayamadım, doğrusu. Sanat tarihçisi değilim ama İtalya’yı görmüş birisiyim. Kaldı ki, mesela Venedik’in korunması için her yıl milyarlarca Liret/avro harcanıyormuş, öyle söylediler. Binalar mesken olarak da kullanılmıyor. Otel, bar, lokanta, sanat galerileri vs. amaçlı kullanılıyor.
***
Dedim, her eski mahallede, bir-iki korumaya değer ev vardı. Çoğu toprak damlı, yağışlarda su damlar odalara; altına leğenler, kaplar konurdu.
***
Kış öncesi damlar “yuvaklanır”, odalara ağaç direklerin arasından toprak akar. Damlardaki karları “kürümezseniz”, çökme ihtimali var? Haliyle bu karların bir kısmı, evler arasında bulunan, müşterek mal“karlıklara”“kürünür”, diğer kısmı dar sokaklara… Karlıklardan doğal olarak, sıvasız taş duvar evlere rutubet girer.
***
Bir de hayatlara dolan karın, sokaklara “küründüğünü” düşünün. Sokaklar dolar, yürünmez olur. O nedenle, “ayakçak (merdiven) yapılır”, komşu evler de rahat çıkılsın diye, soba küllerini atar.
***
Özellikle kuytu yerlerde, dar sokaklara dolan kar, artık lodosu bekler. Zira, belediyenin kaldırabilmesi imkansız. Ahali de; “kaba yil memuru izine çıkmış, martta gelecekmiş!” diye “ti”ye alırdı, belediyeyi. Bunun hikayesini çok verdim. Şimdi anlatmam gereksiz.
***
Aile, “iskembi”de ısınır, çocuklar, onun etrafında uyur. “Yüklükler” var hem yatak-yorgan konur ve hem de yıkanılır. Banyo küveti gibi…
***
Su, 1950 öncesi mahalle çeşmesinden getirilir evlere; zemherinin çat ayazında; çocuk bezleri orada yıkanır. Bir de çarşıağaları (zabıta) geldi mi ne çamaşır bırakır ve ne de kap. O nedenle, zabıta, korkulu rüyası idi kadınların.
***
Sabah namazından sonra ilk iş, güğümlerle eve su taşımaktı. Sularda, talaşlı olur. Memba tarafından çeşme sularına talaş atarlarmış, künk su borularının kaçak yerlerini tıkamak için.
***
Ziraat mühendisi oğlu için kız istemeye giden anneye; “İki yıl daha okusaydı da çarşıağası olsaydı, olmaz mıydı?” sözü de buradan gelir. (Devam edecek)