Kış geldi… Geldi ama alçaklara yağmur, yükseklere karla… Hoş geldi, safhalar getirdi… Kim korkar kıştan… Soba, odun kömür hazır… Bir de üzerinde kaynayacak fasulye, yanında bulgur pilavı ve turşu oldu mu? Yine bir de, Şevki Beyin;“Kış geldi firak açmadadır sineme yâre/ Vuslat yine mi kaldı güzel başka bahare” hicazını mırıldanırsanız işlem tamam… Üç ay ya da “doksan taşı”nasıl olsa geçer, binlerce yıl geçtiği gibi…
***
Ben ise, 30 Aralık’ta,78’inden gün almaya başlayacağım. Demek ki, 1945 karakışının ilk yarısında, yılbaşından bir gün kala doğmuşum. Hep sorarlar;“nüfus kaydı neden 01 Ocak 1946’ya denk getirilmedi?”
***
Getiremezdi peder… Zira, denileni yapsaymış, aralık ayı “çocuk parasını” alamayacakmış. O yıllarda Hava İkmal’de elektrik ustası olarak çalışırmış. İkinci harpten yeni çıkmış. Ekmek aslanın ağzında… Allah’tan, şimdiki gibi midesinde değil… Demem o ki, bir aylık “çocuk parası” bile önemli bir aile için.
***
Çok yazdım… Bir kez daha anımsatayım. Zira;"Et-tekrârüahsen velev kâne yüz seksen" yani; “yüz seksen kez de olsa tekrar iyidir!” diye boşa dememişler. Korkum, “Sakarya Savaşı’nda Kayseri Lisesi mezun vermedi!” yalanını uyduranlar bu sefer de “doksan taşı”içinbir yalan uydururlar. Mesela, “İstanbul’un fethine katılıp şehit düşen, Seraceddin Medresesi talebesi ‘doksan molla’ adına izafeten verildi” derler, bir de Kıvılcım Kitapevi (Hunat) bahçesine anıt dikerler.
***
Evet… Sakarya Savaşı’nda şehit uydurmasını, geçtiğimiz Cumartesi, Serhan Asker’in “Görkemli Hatıralar” programında, tekrarladılar… Çok acı…
***
Karakış, zemheri, gücük… “Anam babam hesabı”, kış ayları. Çiftçi, köylü “doksan taşı” da der, bunlara… Karakış girdikten sonra, tam doksan gün kış olur. Çok eskiden, çiftçi bir çömleğe, doksan taş koyarmış. Karakış girince (13 Aralık) her gün bir taş alırmış, içinden. Kalan taşa göre, ekim ve dikim yaparmış. Mesela, Gücük (13 Şubat) sonuna doğru (13 Mart), ekim için, “çıplak kıç” ile toprağa oturulurmuş. Şayet ısınıyorsa poposu, sebze tohumlarını ekilebileceği, anlaşılırmış.
***
Yılbaşına on altı gün kaldı. Önceleri, hasret kaldığımız kar, kalkmazdı cadde, özellikle sokaklardan. İklim mi değişti yoksa “bina ile zina çoğaldı” da ondan mı nedir bilinmez, kar da küstü bize. Ama unutmayın; “puşt nasıl puştluğunu yaparsa, kış da kışlığını yapar!”.
***
Bu hatırlatmam özellikle belediyeleri yönetenlere. O nedenle; sakın ola ki; “yağış yok” diye“ashab-ı kehf” uykusuna yatmasınlar. Zira, selefleri Lömen Ağanın MustafaÇavuş’dan daha kötü duruma düşerler.
***
Çavuş, Belediye Başkanı. Şiddetli kar yağmış. Damlardan “kürünen” ve hayatlardan atılan karlarla, sokaklara kar yığılmış. Mahalleli, “ayakçak” yapmış geçebilmek için. Nâçarbir vaziyetteler… Kar yığını geçit vermiyor mahalleliye. Başvururlar Belediye’ye, kaldırılması için.
***
Başkan ne yapsın, çaresiz. Kaldıramayız dese, “nasıl başkan? Böyle başkan mı olur? Bir karı kaldıramıyor!” diyecekler. Uzatmayalım, dilekçeyi, “gabayil” memuruna havale eder. Küçücük belediyede, “gabayil” memurunu aramaya başlarlar, bir türlü bulamazlar. Uyanık bir memur farkına varır. Ellerinden dilekçeyi alır; “hemşerim memur izinde, Marta dönecek. Boşa gezmeyin, verin bana dilekçeyi; veririm ona!” der…
***
Bu hikayeyi, bir dönem Belediye’de Su İşleri Şefliği yapan, AK Parti İl Başkanı Şaban Çopuroğlu’nun babası, merhum Mehmet Çopuroğlu anlatmıştı, Başkan Hüsamettin Çetinbulut’un ilk kışında. Şiddetli bir kar yağmış, Belediye bir türlü kaldıramamış, günlerce cadde ve sokakta beklemişti. Bunun üzerine abimiz, Arif Doğan merhumun mimarlık bürosunda; “Duydunuz mu çocuklar… Bizim Hüsamettin, ‘gabayil’ memuruna havale etmiş!”, demişti. Ve bu hikayeyi anlatmıştı… Çopuroğlu, Hüsamettin Beye, “bizim Hüsamettin!”, diyecek kadar yakındı.
***
Gel zaman git zaman, Mehmet Özhaseki döneminde, Cumhuriyet Mahallesi’nin önce Bankalar, sonra Şıh Camii tarafı; arkasından Amele Pazarı Düvenönü arası, kaldırımlar yeniden düzenlendi. Kayseri’nin en yetenekli mimarına yaptırtıyorlardı bu düzenlemeyi; ayrıca, pahalı ve ithal malı “asırlık” taş döşüyorlar; benim gibi, “müzmin muhaliflere” de bir türlü beğendiremiyorlardı.
***
Mücella taşlar döşendi. Kar yağdı mı buralar, “buz patenine” dönmeye başladı. Ne yapsın hacı babalar, hacı anneler ve tabii Kayseri’nin muhterem “hacı abileri”?
***
Ömürlerinde patende kaymadıklarından, başladılar patır patır düşmeye; kimi kolunu, kimi hot kemiğini kırdı. Yukarıda Allah var; hiç biri de, “Allah belasını versin böyle belediyenin!”, demedi.
***
Tabii, “halka hizmet” için başımızda duran Belediye, hemen harekete geçti. Geçit merdivenlerini kapatmaya, kaygan zeminlere de halı döşenmeye başladı. Bunun üzerine, Kayseri’nin “ahaliyi muhteremesinin”; “Allah razı olsun Belediyemizden, bizleri düşünüyor, düşmeyelim diye halı döşüyor!” duaları hiç eksik olmadı.
***
Oysa, muhterem ahalimiz; “Ya hu!.. Bu perhiz, bu ne lahana turşusu. Peki, işin başında buralara, kaymayan taşlar döşenemez miydi?”, diye soramıyordu. Zaten sorabilseydi, sandık sonuçları çok farklı olurdu.
***
Aradan bir asrı bir yana bırakın, çeyrek asır bile geçmedenBüyükşehir bunun farkına vardı, “asırlık”mücella taşları söküp, İş Hanı ve Havuzlu Han etrafını yeniledi. Sanırım, devamı gelecek. Umulur, yeni uygulama da “buz patenine” dönmez.