Sayın Erdoğan'ın başbakan olduğu dönemde (5 Eylül 2012) muhalefetin Suriye politikalarına yönelik eleştirilerine cevap verirken; "İnşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı da kılacağız", sözlerini kullanmıştı.
***
Nihayet, on iki yıl sonra namaz kılındı ama bu, MİT Başkanı İbrahim Kalın’a nasip oldu. Allah kabul etsin!
***
Tabii, bu namaz “vakit” namazı mı?, “Şükür” namazı mı? Yoksa “kaza” namazı mı? Yoksa, dini literatürde olmayan “fırsat” namazı mı?
***
Bilemiyoruz. Sadece Kalın bilir. Öyle ya; “İnnemel âmali binniyat!” buyrulmuş, kelam-ı kibarda… Yani, “Ameller niyete göre!” Biz, zahire göre hüküm verdiğimizden, niyet okuyamayız.
***
Tabii, büyük gösteriler altında kılınan bu namaz, tartışmaları da peşinden getirdi. Bu vakit namazı mı? Bu kaza namazı mı? Vaktinde kılınmayan namazın kazası olur mu? Ya da vaktinde kılınmayan namazı kazası ne kadar sonra olur? Ya da öyle ya da böyle; kılınmayan namazın “kazası” olur mu?
***
Ulema, bu konuda da itilaflı. Asırlardır tartışmışlar, ciltlerle kitap yazmışlar. Tartışmalar da devam ediyor.
***
Tabii, Sayın Erdoğan, “en kısa zamanda” demiş, bir vakit vermemiş. Acaba şer’an, “en kısa zaman” nedir? “Yakın olan gün!” nedir? Mesela, “seferilik” için seksen kilometre, der ekser ulema.
***
O nedenle, “kısa zaman”, bir vaktin içim mi, bir gün mü, bir ay mı, bir yıl mı? Mesela, örneğimizde olduğu gibi on iki yıl mı? Buyrun siz bir tartışma konusu daha. Her halde bu tartışmada bir ay falan sürer… Öyle ya, gerçek gündemin dışında gündem lazım, iktidara.
***
Yine mesela Sayın Erdoğan yine konuşmasında, “kimin ya da kimlerin” kılacağını söylememiş. Diyelim ki, Sayın Özgür Özel’in anladığı gibi, Tayyip Bey ise, onun yerine bir başkası kaza namazı eda edebilir mi?
***
Mesela, Selefi alimlerinin önde geleni ve pîri İmam İbni Teymiye; “Özürlü ve özürsüz terk edilen namazları kaza etmek gerekmez”, diyor. Tabii, Teymiye’yi gören bazılarının; “Bırak sen o zındıkı, sapığı!” diyenlerin olacağını biliyorum. Bir başka şey daha biliyorum, Teymiye, önemli bir fıkıh âlimi. Osmanlı ulemasını da çok etkilemiştir.
***
Hasılı kelam, dinde çok tartışmalı bir konu. Ulema tartışa dursun; siyasiler, siyaset sofrasına menü yapmaya devam etsin. Biz hayatın gerçeklerine dönelim.
***
Nasılsınız, iyi misiniz? Sağlığınız nasıl? Beslenebiliyor musunuz? Ev, otomobil alabiliyor musunuz? Çocuklarınızı, okutabiliyor, tok karına okula gönderebiliyor musunuz? Kitap, gazete, dergi alabiliyor musunuz? Çoluk çocuk üç, beş günde olsa tatile çıkabiliyor musunuz? Ev aidatlarını ödeyebiliyor musunuz?
***
Evet. Benim gündemim bu; gerisi hikaye. Unutmayın, seksenine ramak kaldı, çok “kös” dinledim. Artık, kulaklarım duymaz oldu, “siyasi muhabbetleri”. O nedenle haberleri de, tartışma programlarını da izlemiyorum. Kitap ve gazete okuyorum, müzik dinliyorum, belgesel izliyorum.
***
Kış gelince, darmadağın olan “Kıvılcım Akademi” mensubu dostlarımla, vakit buldukça bir araya geliyorum. Tabii, diğerleri nerede bilemiyorum. “Kıvılcım Akadem”i, İsmail Ağa cemaatine döndü. Bu kadar söyleyeyim, siz anlayın.
***
Tabii, maçları da izlemiyor değilim. Şifreli maçlara gücüm yetmiyor. Şifresiz maçlarda da yabancı maçları seyrediyorum. Huyum kurusun, beğenmekte zorlanırım, biraz. Bizimle olan maçları da, doğrusu sonuna kadar izleyemiyorum. Peş peşe goller gelince başka kanala geçiyorum.
***
Peki, diyeceksiniz ki, televizyonları seyretmiyorsun, gazete okumuyorsun, günlük yazıları nasıl yazıyorsun? İsterseniz kopya vereyim. Geçmişte yaşanan olayları, başlıkları ile, bir torbaya atın, rastgele çekin. Mutlaka o da günceldir… Yani, “hamam aynı hamam, sadece tellaklar değişik!”. O nedenle asla sıkıntı çekmiyorum, yazarken.
***
Gündemi bol olan ve tekrarlayan bir ülkede, bir şehirde, yazmaktan kolay ne var? O kadar, bilmeme anlatabildim mi?
***
Yanarım yanarım da, geçmişte boşa geçen günlerime yanarım… “Hıyarım!” diyenlere, “tuzluk” taşıdığım günlere… Olaylara tepeden bakmaya başlayınca, “büyük sandıklarımın” tamamına yakın, Erciyes’in zirvesine çıkmış insanlarmış da, bu yaşa gelince anladım. Dev sanırdım, onları. Oysa, onları dev yapan, Erciyes’in zirvesinde olmalarıymış. Ovadan bakınca bana öyle gözükürlermiş, insana.
***
Merhum Cahit Sıtkı’nın; “Her doğan günün bir dert olduğunu, /İnsan bu yaşa gelince anlarmış.”
Dediği haldeyim şimdi.
***
Madem söz Cahit Sıtkı merhumdan açıldı onun güzel şiirinden bir ikili ile nokta koyalım: “Her mihnet kabulüm, yeter ki / Gün eksilmesin penceremden!"