Melikgazi Belediyesi, Cumartesi günü,“Kayseri’nin ulu Çınarı Kayseri Lisesi Tarihi” isimli iki cilt kitap yayınladı. Geniş bir katılımla kitap tanıtıldı. Toplantıya sağlık nedeniyle katılamadım ama kitapları alıp döndüm. Haliyle konuşmacıları dinleyemedim. Müellifi de dönemim, Müdür Yardımcılarından, Fizik Hocası, Yusuf Özmerdivenli… Hocamız, daha önce de üç cilt “100. Yıl Kayseri Lisesi Şeref Belgeseli” hazırlamıştı.
***
Elbette gerekli bir çalışma. Keşke her kurum ve kuruluşun tarihi yazılabilse. İnsanlar hayatını anlatan eserler basılabilse. Bu, toplumumuzda çok eksik. O nedenle Özmerdivenli hocamız iyi yapmış. Melikgazi Belediyesi de yayınlamış ama…
***
Bir de aması var. O da şu: Bir kitap ya da bir basılı eser hacım tutsun diye, “aşure çorbasına” dönüştürülemez; kamu kurum ve kuruluşları da buna alet olamaz. Sempati ve antipatilere yer verilmez. Nesnel davranılır. Demem o ki; “efrâdını câmiağyârını mâni” olacak. Hocamız bunu biraz ihmal etmiş. Torbaya ne bulduysa atmış ama beğendiklerini.
***
İkincisi bilgiler doğru ve net olmalı, belgeye dayanmalı; elbette sözlü anlatımlara yer verilmeli ama bu bilgiler çapraz sorgulama ile test edilmeli. Diyelim ki, “Sakarya Harbinde Lise son sınıf şehit oldu!” bilgisini ihtiva eden defter, şu ya da bu nedenle kaybolabilir. Fakat, “bir sayfanın” kaybolmasına kimse inanmaz.
***
Bu taktirde, kişilerin bilgisine başvurulur. İlk başvurulacaklar da tarih hocaları. Mesela, bu “bilginin” ortaya atıldığı yıllarda, 1980 öncesi derslerimize gelen Lise tarih Hocalarımızın çoğu, aile fertleri ve öğrencileri hayattaydı. Mesela, Edip Ertürk,Nihal Özsan, Latif Baykal, Remzi Alper, Nezihe Arat,Adil Tol, Faruk Yüce, Abdurrahman Çaycı, Ahmet Akif Tütenk, Meliha Tektaş, Meral Atak, İbrahim Ertuna, Belma Peynircioğlu vd.
***
Bunların hayatta olanlarına, çocuklarına ve öğrencilerine ulaşılabilirdi.“Lise Şehitleri” konusu sorulabilirdi. Mesela ben, Faruk Yüce, Remzi Alper, Lala Paşa ve Belma Peynircioğlu’ndan tarih dersi aldım. Asla ve kata, “Sakarya Savaşı’ndaki, Lise şehitlerinden” söz etmediler. Günümüzde hayatta kalan öğrencilerinden rica ediyorum, “falan hocamız bize sözün etti!”, desin, özür diliyorum ve tüm sözlerimi geri alıyorum.
***
Mesela, Kayseri Lisesi “idadi” mi yoksa “sultani” mi? Eğitim tarihini incelediğinizde, dönem dönemidadiler sultaniye dönüştürülmüş. Benim ulaşabildiğim kaynaklarda Kayseri Lisesi, hiç birisinde sultani olarak geçmez. O nedenle, dönüşüm için ya bir ferman ya da Maarif Nezareti’nin kararı ve bu kararın, kitaba konması gerekir. Bu karar var mı? Kitapta görmedim.
***
O nedenle Kayseri Lisesi bir idadidir, sultani değildir. Hafızaya doğru bilgi bırakmak gerekir. Peki, farkları ne? Elbette diploma farklılığı yok ama derslerin niceliği ve niteliği, öğretmenlerin “kalitesi” farklı. Ülkemiz de, son tahlilde, tescilli kırka yakın sultani olmasına rağmen, malum ve maruf olanı Galatasaray Sultanisi yani Galatasaray Lisesi.
***
Bir de “taş mektep” muhabbeti aldı başını gidiyor. Unutmayın Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin ilk çeyreğinde yapılan tüm resmi binaların “taşta” yapılması çok doğaldır. Betonarme, çelik yapılacak halleri yoktu ya! Kayseri Lisesi, Kayseri Kömürlük Mektebi (Ticaret Lisesi);Cumhuriyet, Mimarsinan,Gazipaşa,Etiler, Ahmetpaşailkokullarının vd.nin taştan yapılması doğaldı. Ama maarif literatüründe tek taş mektep var, “taş mektep” denince orası anılır.
***
Tıpkı, Sultani, denince Galatasaray Lisesi’nin anıldığı gibi. Birisi, “Sultani mezunuyum!” dedi mi burası anlaşılır. İstanbul, Bakırköy’de bulunan, merhum Tarik Akan’ın restore ettirdiği, adını taşıyan, Fransızlardan kalma (karakol/rahipler okulu), şimdi İlkokul olarak kullanılan bina da “Taş Mektep” olarak anılır.
***
O nedenle,“aşağılık duygusuna!” kapılmanın bir anlamı yok. Mezunu olduğum ve gurur duyduğum Kayseri Lisesi’nin “kalitesi”, öğretmenlerinin “niteliği” konusunda zerrece şüphem yok. Ben sadece bir tespit yapıyorum. Kayseri hafızasına not bırakıyorum. Ciddiye alınır, alınmaz, bilemem!
***
“100. Yıl Belgeselinde” de yer alan,“Sakarya Harbi’nde şehit olan öğrenciler nedeniyle Lise, o yıl mezun vermedi!”, bilgisinin doğru olmadığını birkaç yazımda belirtmiştim… O günden bugüne, yazılarıma bir yanıt gelmedi. Kim bilir ciddiye almadılar.
***
Sadece Özmerdivenli ile o yıllarda yazdığım gazetenin yazıhanesinde buluşmuş ve Hoca’dan işin aslını, esasını sormuştum. Uzun uzun anlatmıştı… Bun da köşeme taşıdım. Ama “ortada” bir belge yoktu, hâlâ yok. Ortaya atan Cahit Külebi de sizlere ömür olmuştu. Sadece, Külebi’den dinleyip, Özmerdivenli’ye aktaran şahıs hayatta. Polemik konusu olmasın diye o ismi vermiyorum.
***
Bir enteresan not daha var: “Kayseri Lisesi’nin (Kayseri İdadisinnin) 1915-1916 Öğretim yılı sınıf geçme defterine Öğrenciler Çanakkale Savaşına gittiği için, ‘Sınıf Teşkil edilemedi’” deniyor. Demek ki, Lisemiz, bu dönemde de mezun vermemiş. Acaba, Cahit Külebi’nin gördüğü sayfa bu olmasın?
***
Ayrıca, fotoğrafı verilen sayfada, sadece şu bilgi gözüküyor, Osmanlı alfabesi ile; “Bu sene sınıf teşekkül etmemiştir!”. Hangi dönem olduğu ve asker alındılarsa hangi cepheye gittikleri de de belli değil. Öyle “1915-1916”, “Çanakkale Savaşı” falan diye de bir not yok. Metni kim okudu bilemiyorum ama ben Hüseyin Cömert Hocama okuttum.
***
Hüseyin Cömert anlatıyor. Neymiş bakalım: “Ethem Ruhi Öker, Lise 2. Sınıfta iken (1917) 2. Ve 3. Sınıf öğrencileri, önce Adapazarı talimgaha götürülüp oradan altı ay sonra asteğmen rütbesi ile Trablus cephesine; diğer Arap cephelerine de giden 2000 yedek subayın 1951’inin şehit olduğunu söylüyormuş. Kendisi sağ kurtulmuş.”
***
Yine aynı dönem Öğretmen Okulu 2. Sınıf öğrencisi olan Cevat Esen Hocamız (Esen kardeşlerin babası) anılarında kendi okullarından da kırk öğrencinin askere alındığını anılarında belirtiyormuş. Sanırım kendisi, “boydan kaybetmişti!”Acaba “olay” bunlar olmasın? (Devam edecek)