Bugün 13 Aralık… Kışın ilk günü… Karakışın başlangıcı… Haliyle, günün “mana ve önemine binaen” sürekli yazdıklarımdan bir benzerini yine köşeme taşıyorum.
***
Kış denince aklıma, “Kar mı yağmış şu Harput’un dağına, /Kurban olam toprağına taşın” türküsü ile, fasılların, “âlemlerin!” vazgeçilmez şarkısı, Şevki Beyin hicazı aklıma gelir; “Kış geldi firak açmadadır sinede yâre/ Vuslat yine mi kaldı güzel başka bahare”
***
Bilmem gelen kaçıncı kış, bilmem kaçıncı beklenen bahar… Benim için sekseninci… Artık bizim kuşak, “Kılavuzun gereği yok / yolun sonu gözüküyor!” sürecine girdi. Buna ister “Sünnetullah”, isterseniz “doğa yasası” deyini, ne derseniz deyin, kaçınılmaz bir son.
***
Demem o ki; merhum Yıldırım Gürses’in muhayyerkürdi bestesinde denildiği gibi; “Yine mevsimler dönecek, yine yapraklar düşecek/ Giden gençliğimiz hiç geri gelmeyecek.” O nedenle; Cahit Sıtkı’nın dediği; “Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan”, asla gerçekleşmeyecek, sadece özlem olarak kalacak.
***
On, on beş gün önce, İbrahim Pekbay ile görüşmüştüm… “Abi, hiç yürüyemiyorum, galiba yolun sonu gözüktü!” demişti. Nitekim, son veda yazısı da birkaç gün önce çıktı, Gazetemizde… El sallayarak, “Sessiz gemiye binerek”, “bilinmeyen ıssız bir ummana göçtü gitti!” Kendisine rahmet, kalanlara başsağlığı dilemekten başka bir şey elimden gelmiyor.
***
Sevgili dostum İbrahim, güle güle git. Geri gelmeyeceğini biliyorum, tıpkı el sallayarak giden, anamız, babamız, kardeşlerimiz, akrabalarımız, dostlarımız gibi. Pekbay ile oralarda da buluşabilir miyiz? Bilemiyorum… Ne diyelim; “kısmet!”
***
Neyse, isterseniz, bin bir dert ile geçecek kışa dönelim… Ekonominin düzelmesi, insanların gülmesi mümkün değil. O nedenle, fazla umutlu değilim “tencerenin kaynamasından”. Çoğu tencerelerde “dert”, az bir tencerede dert kaynayacak. Ama ne olursa olsun, umudumuzu, yaşama aşk ve heyecanımız asla azalmayacak.
***
Takvimlerde kış, aralık, ocak, şubat diye geçer, okullarda çocuklara böyle öğretilir. Bir de halkın tanımladığı kış var; “Karakış, zemheri, gücük…” Buna, “Anam babam hesabı” da derler. Çiftçi, köylü “doksan taşı” da der, bunlara…
***
Karakış girdikten sonra, tam doksan gün kış olur. Çok eskiden, köylü, çiftçi bir çömleğe, doksan taş koyarmış. Karakış girince (13 Aralık) her gün bir taş alırmış, içinden. Kalan taşa göre, sürüm, ekim ve dikim yaparmış. Mesela, Gücük (13 Şubat) sonuna doğru (13 Mart), ekim için, “çıplak kıç” ile toprağa oturulurmuş. Şayet ısınıyorsa popo, sebze tohumlarını ekilebileceği, anlaşılırmış.
***
Zemheri (13 Ocak), şiddetli kışın sürdüğü dönem… Bu nedenle halk, “zemherinin çat ayazı!” tabirini kullanır. Evliya Çelebi merhum, Erzurum’da, damdan dama atlarken havada donan kediden söz eder. Eskiden, böyle olurmuş kış, bu ayda… “Nerede o eski, kışlar” sözünü, anımsatır kışlardan geçiyoruz. Kar da küstü, gitti…
***
Havada donan kediyi görmediysek de şiddetli kışları bizler de anımsarız; kar, günlerce kalkmazdı cadde, özellikle sokaklardan. Lömen Ağanın Mustafa Çavuş kar ile mücadeleden görevli. Şiddetli kar yağmış. Damlardan “kürünen” ve hayatlardan atılan karlarla, sokaklara kar yığılmış. Mahalleli, “ayakçak” yapmış geçebilmek için… Soba külleri dökmeyi de unutmamışlar.
***
Nâçar bir vaziyetteler… Başvururlar Belediye’ye, kaldırılması için Çavuş ne yapsın, çaresiz. Hemen kaldırırız derse mümkün değil… Kaldıramayız dese, “Böyle çavuş mu olur? Nasıl çavuş? Bir karı kaldıramıyor!” diyecekler. Uzatmayalım, dilekçeyi, “gaba yil” memuruna havale eder. Küçücük belediyede, “gaba yil” memurunu aramaya başlarlar, fellik fellik. Bir türlü bulamazlar. Uyanık bir memur farkına varır. Ellerinden dilekçeyi alır; “hemşerim memur izinde, Marta dönecek. Boşa gezmeyin, verin dilekçeyi bana; veririm ben ona!” der…
***
Bu hikayeyi, Belediye’de bir dönem Su İşleri Şefliği yapan, AK Parti Milletvekili Şaban Çopuroğlu’nun babası merhum Mehmet Abi anlatmıştı, Başkan Hüsamettin Çetinbulut’un ilk kışında. Şiddetli bir kar yağmış, Belediye bir türlü kaldıramamış, günlerce cadde ve sokaklarda beklemişti.
***
Mehmet Abi, merhum Arif Doğan’ın mimarlık bürosunda; “Duydunuz mu çocuklar… Bizim Hüsamettin, ‘gaba yil’ memuruna havale etmiş!”, demişti. Çopuroğlu, Hüsamettin Beye, “bizim Hüsamettin!”, diyecek kadar yakındı.
***
Bu hikayeyi şunun için veririm, sık sık. Belki, Başkanların kulağına küpe olur, diye. Öyle ya, kar ile mücadelede, şimdiden hazırlıklı olsunlar; “Lömen Ağanın Mustafa Çavuş” benzetmesi yapılmasın kendilerine; gelen dilekçeleri de “Gaba yil memuruna!” havale etmesinler.