KADİR DAYIOĞLU


İYİ OLUR İNŞALLAH!

Elbette, teröre karşıyım… Elbette, terör hangi cihetten gelirse gelsin asla ve asla kabul etmem… Elbette, devletin dışında silahlı örgütlenmeye karşıyım…


Elbette, teröre karşıyım…

Elbette, terör hangi cihetten gelirse gelsin asla ve asla kabul etmem…

Elbette, devletin dışında silahlı örgütlenmeye karşıyım…

Elbette, hem ülkemizde, yakınımızda ve dünyada sulh ve sükunun olmasını şiddetle arzularım…

Elbette, insanların kardeşçe, özgür bir biçimde yay yana yaşamalarından yanayım…

Elbette Gazi Paşa’nın; “Yurtta barış, dünyada barış!” dediği noktadayım.

***

Mezhebi, meşrebi, inancı, cinsiyeti, ırkı ne olursa olsun anaların, babaların, eşlerin, çocukların acı çekmeleri, gözyaşı dökmeleri beni de çok çok rahatsız eder… Bunları peşinen söyleyeyim de kimse “öküz altında buzağı aramasın!” Öyle ya; “Hava bulutlu!”, diyene, “vay bana ördek dedin!” denilen bir süreçten geçiyoruz…

***

Şimdi, 19’uncu yy. başlarına ve erken Cumhuriyet dönemlerine gitmiyorum… Bizim kuşak ve sonrakilerin yaşadığı dönemlere gidiyorum. Bazı bilinenleri, anımsatmak istiyorum:

***

Bizim kuşak iyi anımsar, 1960'ların sonlarında ağırlıklı Kürt öğrenciler, 1969'da Devrimci Doğu Kültür Ocaklarının (DDKO) kurulmasına yol açan “Doğu Mitingleri” düzenlediler. “DDKO” içinde başlangıçta bazı sol kesimler ve “bebek katili” Abdullah Öcalan da vardı…

***

Derken, sonra, terör örgütü “Partiya Karkerên Kurdistanê” (PKK, Kürdistan İşçi Partisi) kuruldu, Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nin Fis köyünde ve ilk kongresini yaptı. PKK, 1978 yılında, Diyarbakır’ın Lice ilçesi’nin Fis köyünde birinci sözde kongresinde, “Marksist-Leninist” çizgide “büyük Kürdistan”’ın kurulmasını hedef olarak belirlemişti. Bu da bilinen bir şeydi, çok yazılıp çizildi.

***

Tamam, Marksist ve Leninist olarak kurulan PKK ilk eylemlerini, kendisi gibi Marksist, Leninist fakat aynı zamanda Maoist olan sol grubun yani Maocu çizgide olan Türkiye İşçi Köylü Partisi'ne (TİKP) karşı Güneydoğu illerinde 1978-1980 yılları arasında çeşitli saldırılar düzenledi. TİKP mensupları öldürdü.

***

Bunlar gizli bilgiler değil, Wikipedia başta olmak üzere, tüm kaynaklarda daha da geniş bilgi alabilirsiniz. Bunlar neden, Maocu’lara karşıydı? Sorulması gereken ilk soru bu… 

***

İkinci sorulması gereken, şu olsa gerek; Örgüt, 1980 askeri darbesi öncesi, pılısını, pırtısını toplayıp, neden, yurt dışına, Irak ve Suriye’ye kaçtı. Yoksa, “darbeden” haberleri var mıydı? Varsa, kim ya da kimler haber verdi? Bu, kafama hep takılıp kaldı. 

***

Derken, 1984 yılına geldik. Yurt içinde, 5 Ağustos 1984 akşamı Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Şemdinli ilçelerinde gerçekleştirdiği, bir askerin şehit düştüğü, 9 asker ve 3 sivilin yaralandığı ilk saldırıların üzerinden kırk yıl aşkın süre geçti.  İlçe Jandarma Komutanlığında görev yapan Erzincanlı Jandarma Onbaşı Süleyman Aydın… O, karanlık gecede teröristlerce şehit edilen ilk isim oldu.

***

İlk eylemden sonra, terör giderek şiddetini artırdı asker, polis, çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden önüne geleni acımasızca öldürdü… Köyleri, ilçeleri, illeri yakıp yıktı… Doğu ve Güneydoğu’dan iç göç başladı; kalanlar da göçe gücü yetmeyen, doğdukları yerleri terk etmek istemeyenlerdi. Tabii, güvenlik güçleri, o bölgelerde, göz yaşartıcı hikayelerle, başarı üstüne başarı sağladılar.

***

Derken, “Kürt realitesini” tanıma, akim kalan “Çözüm süreci”, kurulan “Akil adamlar” heyetleri… Giderek, yurtiçinde azalan, hatta sıfırlana terör eylemleri vs.

***

Başarı hikayesine imza atanların önünde saygı ile eğiliyor, şehitlere rahmet diliyorum.

***

Sonrası malum… Vahşet, terör, yanan ocaklar, dökülen kan ve gözyaşları, “Meclis kürsüsünden atılan urgan”, onlarca milyar dolar bu ülkenin kaybı…

***

Sonra, birden bire hava değişti, “Bebek katili APO”’ya; “DEM grubunda silah bırakması için örgüte çağrı yapması” istendi. Bunun nedeni de, dış gelişmeler olduğu ifade edildi. Kimileri de, “zamanın ruh!”, dedi. Bu çağrı makes buldu, kısa zamanda Örgüt lideri, örgütüne, “koşulsuz” silah bırakması çağrısında bulundu. 

***

Evet. Doğru olan, “koşulsuz” olması. Zira, hiçbir devlet, silahlı terör örgütü ile “koşullu” görüşme yapmaz. Silah bırakılmayınca da, hiçbir hukuki düzenlemeler de yapılamaz… Silah bırakılmadığı taktirde, hiçbir demokratik ve hukuki atılım gerçekleşemez. 

***

Soru şu: Bebek katili APO’nun “koşulsuz” silah bırakın çağrısına, “Kandil” ne diyecek? Bir de, PKK“koşulsuz” silah bıraktı diyelim, peki, Suriye’nin doğusunda, ABD güdümünde, bir yüz bin kişilik “ordu!” kurduğu söylenen PYD silah bırakacak mı? Nihayet, Kuzey Irak’ta ve Suriye’nin bir bölümünde bir “Kürt devleti” kurulacak mı? Kurulursa, bu ülkemiz için bir tehlike olacak mı?

***

Umarım ve umulur ki, kadim bir devlet geleneği olan Türkiye Cumhuriyet’i ile, terör kullanarak baş edilemeyeceğini, herkes anlamıştır artık. 

***

Şehitlerin, gazilerin; dökülen kanları, akan gözyaşlarının, yıkılan hanelerin değeri, maddi şeylerle ölçülemez. Bu bir tarafa… 

***

PKK belası bu ülkenin demokratikleşmesini, hukukun üstün kılınmasına, kalkınmasına nasıl pranga vurduğunu gördük. Umarım bundan sonra ülkemiz, sulh ve sükun içerinde, kamil anlamda demokrasiye; kamil anlamda hukuk devletine kavuşur… Çoğulcu, katılımca bir yapıda Cumhuriyet’imiz ikinci yüzyılında yoluna devam eder. Benim özlemim, böyle bir Cumhuriyet… 

***

Fakat, bu gelişmelerle, siyasi kazanç sağlamak durumunda olanlara şu soruyu sorarım: Madem iş, APO’un, kendi el yazısı ile “A4”yazdığı, “silahları koşulsuz bırakın” çağrısı ile hallolacak idiyse, şimdiye kadar neredeydiniz; elinizi kolunuzu bağlayan mı vardı? Bağlayan neydi ya da kim ya da kimlerdi? Bunu açıkça söyleyin, ondan sonra, “nalıncı keseri” gibi kendinize yontun. Aksi halde bu sorudan kurtulamazsınız!