İcralık olduk vesselam. Benim olduğumu sanmayın. Gidişat o kadar kötü ki, benim de ailemin de başına gelebilir, her an. O nedenle kolay değil. Allah kimseyi, alacaklı ya da borçlu duruma düşürmesin.
***
Buket Didem Ulu kardeşimiz, güzel bir haber yapmış Kayseri Anadolu Haber Gazetesi’nde… Kayseri'de her iki kişiden biri icralık görünüyor. Haberin başlığı şöyle; “Kayseri nüfusuna göre her iki kişiden biri icralık oldu”.
***
Devamı şöyle;“Ekonomik buhran Kayseri’yi de derinden etkilemeye devam ediyor. Geçtiğimiz yıllarda da aynı etkinin altına giren Kayseri’de bu yıl da açılan icra dosyası sayısı 700 bini geçti. Bu veriler Kayseri nüfusu ile orantılandığında ise her iki kişiden birinin icralık olduğu karşımıza çıkıyor.
Son 9 yılın verilerine bakıldığında ise Kayseri’de toplam icra dosya sayısı yüzde 243,5 artış gösterdi. Kayseri en çok icra ve iflas dosyası gelen illerde ilamlı ve ilamsız, talimatlı veya talimatsız ön sıralarda yerini alıyor.”
***
Bu vahim bir durum; pek hayra alamet değil. Bir de bunlara, devam eden ve araya giren “hatırlıların” hallettiği “alacak-verecek” davalarını düşünün. “Allah belasını versin!” diyerek sineye çekilen alacakların sayısı da belli değil.
***
Öyle ya, iş hacmi nedeniyle mahkemelerin yükü çok ağırlaştı. Bu, icra davalarına bakan mahkeme ve dairelerin sayısındaki artıştan da belli. Mesela, on, on beş yıl öncesine kadar sayısı bir olan Ağır Ceza Mahkemelerinin sayısı altıya çıkmış. Ağır ceza mahkemesi sayısı neden bu kadar artar.
***
Yazılarımı sürekli takip eden dostlarım anımsar. Ta, 2016’larda ufukta gözüken krize şöyle bir örnek vermiş, birkaç kez de tekrarlamıştım. Bundan önceki krizler, “V” şeklindeydi, ayak sesi gelen ise. “L”ye benziyor, vuracak fakat ne zaman çıkacak belli değil.
***
Tabii, bunu derken formel bir ekonomi tahsili aldığımdan, iktisatçı falan olduğumdan falan değildi. Ege Cansen, Mahfi Eğilmez, aziz dostumuz İlhan Kesici, Yalçın Karatepe gibi ustaların verdiği bilgilerden esinlenerek söylüyordum. Yoksa nereden anlayacağım, bileceğim, bunları.
***
Tabii, yine bunlardan yine şunu öğrendim; iktidara ve ekonomi yönetimine “güven” yoktu. Aslında bu, yanlış uygulamaların tetiklediği, bir “güven krizinin” sonucuydu. “Hukuk devletinden” uzaklaşmaktı. İktidar ile, yargı erki arasında ki ilişkilerdi.
***
Böyle bir ortama yabancı sabit sermaye yatırım gelmeyeceği gibi, yerli sermayenin de gözü dışarıda olurdu. Gelen de, portföy yatırımı, günü gelince faizini alıp çeker gider. O da “nas, mas”; hatır, gönül dinlemez.
***
Paranın, oldum olası, karakteri budur. Kendisine güvenli liman arar. Sıkıştırdın mı, sabun fertiği gibi elinden kaçıp gider.
***
Düşünebiliyor musunuz? Yüzde 2’lik büyümeye seviniyoruz. Oysa bu, neredeyse nüfus artışını karşılayacak bir büyüme. Büyümenin niteliği de sağlıklı değil. Lokomotifi de inşaat sektörü, yani “beton”, hane halkı harcamaları ve kamu harcamaları.
***
İstanbul Sanayi Odası’nın yaptığı bir araştırmaya göre; “Türkiye ekonomisi 2022 yılında …sanayi üretimi ivme kaybederken ithalat ile özel tüketimin öne çıkması büyüme kompozisyonunu zayıflattı, kırılganlıkları artırdı. Sanayi sektörü 2022 yılında yüzde 1,7 oranında büyüme ile ekonominin genelinden negatif ayrıştı.”
***
Tabii, bir de sanayi üretiminin temel sorunlarından birisi de verimlilik. Bir de, ürünün niteliği ya da ileri teknoloji ürününün toplam içerisinde ki payının çok düşük olması.
***
Ülke ekonomisinin kurtuluşu, üretimi artırmak ve cari açığı azaltmak geçer. Üstadımız Ege Cansen, “çift açığın” yani “cari ve bütçe açığının” olduğu yerlerde işler çok zormuş. Ülkemizde de yaşanan hal buymuş.
***
İnşallah, ustalarımın söylediklerini, yazdıklarını anlayabildim.