İBRAHİM PEKBAY


HAYATIMIZ İSOT…

Eğer inancımıza uyacak isek, komşusu zorda iken bizler huzurlu olmamalıyız…


Acıyı sever misiniz acıyı?

Ben çok severim, çocukluktan alışkanlıktır bende.

Rahmetli anacığım, küçük suçlar işlediğimizde, terliğin ökçesi ya da süpürgenin sapı ile döverdi.

Büyük suç işlediğimizde ise ağzımıza avuçla acı biber basardı.

Terliğin ökçesi ile süpürge sapının verdiği acı her zaman aynı oldu ama biberin acısı, giderek alışkanlık haline geldi. O günlerden kalma acıyı severim ben.

Ama bu acı, o acı değil ki.

Yoksulluk ve açık sınırları altında yaşamanın acısı, biberin verdiği acıdan daha da fazla…

XXX

Önceki akşam tv haberlerinde, yaşlı bir kadının ağlayarak anlattığı yaşam hikâyesini izledim.

Kadın yaşlı ve hasta…

Kızı koah hastası…

Evi kira ve bin 500 lira yoksulluk maaşı ile geçinmeye çalışırken, ev sahibi de ödeyemedikleri kira yüzünden evden çıkarmaya çalışıyor.

Sormak istiyorum, bu yoksulların etrafında yaşayan bir mahalle topluluğu yok mu?

O insanlara yardım etmek gibi bir tavırları da mı yok?

Diyeceksiniz ki, herkes başı derdine düşmüş, başkasını gözetecek hali mi var?

Yerden göğe kadar haklısınız elbette.

Peki, bu kadıncağızın oturduğu yerleşim bölgesinde yerel yönetimler de mi yok?

Onların durumlarını yöneticilere aktaracak birileri de mi yok?

Ana kız, çaresizlik içinde ne yapacaklarını bilemiyorlar. Onlara “Ölsünler de kurtulsunlar” gözü ile mi bakılacak?

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed, İslam inancının temeli olan bir anlayışı, şu sözlerle ortaya koymuştur.

“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”

O zaman şöyle soralım mı?

Hali vakti yerinde olup da komşusu aç şiken tok yatanlar hangi inançtan?

XXX

Yerel yönetimlerin ise, sosyal belediyeciliğin nasıl yapılacağını bilemediklerinden ya da bilmezden gelmelerinden dolayı bu manzaraları yaşıyoruz.

Hz. Ali’nin şöyle der.

"Eğer Müslümanların yaşadığı bir şehirde fakir görürseniz bilin ki; o şehrin yöneticileri halkın malını çalıyorlar."

Yönetimlerin, yönettikleri yerleşim yerlerinde saha taraması yaparak mutlaka fakir-fukarayı bulup, onlara yardım etmesi şarttır.

Sosyal yöneticiliğin gereğinin bu olduğunu bir kenara bırakalım, inandığımızın dinin de gereği budur.

Elbette devletin bin 500 lira gibi bir yardımı ile geçinmek olacak iş değil, ancak bu konuda bir proje hazırlanması gerekir diye düşünüyorum.

Örneğin, kârı ile dar gelirlilere yardım edecek işletmeler kurulabilir.

Bu işletmeleri, mahallindeki yerel halkın yönetmesi kaydı ile.

İnanıyorum ki, yerel halk istese, fakru zaruret içinde, yani zorunlu olarak fakirlik içinde yaşayan kimse kalmaz ülkede.

Bu düşünceler içerisinde yazımın başlığını koydum…

Acıları yaşıyoruz, hayatımız isot…

Yoksulluk ve çaresizlik, gerçekten çok acı veren bir hayat, Allah bu durumda olanlara sabır verirken, toplumun da daha duyarlı olmasını diliyorum.

Bizler bir şey yapamıyor, kendi derdimize düşmüşsek, en azından yerel yönetimleri bilgilendirelim.

Yerel yönetimler de bir ekip oluşturarak, yetki bölgelerinde yoksul aile taraması yapmalıdırlar.

Eğer inancımıza uyacak isek, komşusu zorda iken bizler huzurlu olmamalıyız…