Bekir Bozdağ kusura kalmasın, güya Adalet Bakanı… Adalet dağıtması beklenen kurumun başında. Şanlıurfa’da bir konuşma yapıyor, güler misin ağlar mısın? Hani demişler ya, “üslubu beyan aynı ile insan!” Bunu kanıtlar düzeyde.
***
Bakınız ne demiş; “Siz olsanız bir yere giderken ailenizi Kılıçdaroğlu’na mı emanet edersiniz Tayyip Bey’e mi emanet edersiniz? Ailemizi emanet edemeyeceğimiz insanlara ülkemizi lütfen emanet etmeyelim.”
***
Evet. Bekir Bey, elbette Sayın Kılıçdaroğlu’na emanet ederim. Zira benim tercihim böyle… Zira bizler cehennemlikler zümresinden olduğumuzdan elbette “yoldaşımızı” seçeriz. Siz istediğiniz yere emanet edebilirsiniz.
***
Aynı konuşmada; 14 Mayıs seçimlerinin “şampanya” içenlerle, “şükür secdesi” yapanlar arasında geçeceğini söylemişsiniz. Sayın Bakan, şampanya kadehi kaldırmadım ama “aslan sütü!”nü tercih ettim.
***
Fakat kimsenin elindeki “kadehe” ve koltuğunun altındaki “seccadeye” bakmadım. Önce; insan mı sonra yalanayemin eder mi, ahde vefasızlık gösterir mi, emanete ihanet eder mi? Ona baktım. O nedenle; “Meyde Bektaşi göründüm/ Neyde oldum Mevlevi.” Siz hiç duydunuz mu bilmem!.. Bu söz;“bed mest, şaribül leyli vennehar!”Hazreti Neyzen’e (k.s.a) ait… İşte, O, benim yol arkadaşım…
***
Ha gayretBekir Bey, sayenizde, bu ülkede ateistiler, deistler, agnostikler bir parti kursa, vallahi de billahi de iktidar ortağı olur. Tabii bu, yirmi yılda inanç dünyasında yapılantahribatın sonucu.
***
Dini, imanı, kitabı, ibadethaneyi babanızın malı sayıyorsunuz. Elinizde bir “iman ölçer”, geleni gideni ölçüyorsunuz. Tabii, sizlerin yeri cennette garanti. Bizlerin demiyorum zira sizlerlecennete gitmektense, cehennemi tercih ederim. Hem bu sayede sizlere bol bol yer kalır, cennette.
***
Bekir Bey, yaşım sizden haylice büyük… Bu fakir; oy için, Kur’an’a el bastıranlara tanık oldu ama bir caminin avlusuna kurulan kürsüden, siyasal propaganda yapıldığına, muhaliflere veryansın edildiğine hiç tanık olmadı.
***
Camileri, ibadethaneleri partinizin arka bahçesine çevirdiniz. Camiler kışlanız, kubbeler miğferiniz, minareler süngünüz oldu. Tabii, cemaatin çoğu da askeriniz… Gurur duyabilirsiniz…
***
Ne oldu biliyor musunuz? Benim gibileri bırakınız camiye gitmeyi, semtine uğramaktan uzaklaştırdınız.
Tavsiye ederim, siz bu usulle “din-i mübini”, siyasetin menüsü yapmaya devam edin.
***
Çok merak ediyorum… Yirmi yıllık iktidarınızı, kaleme alacaklar, nasıl yazacak. Tabii, “Tek Parti” dönemini acımasızca eleştirip, bununla ilgili kitap yazanlar da…
***
Bekir Bey, bilir misiniz; tekkelerin, eski hanların, kervansarayların giriş kapısında, “Edep yâ Hû, bu da geçer yâ Hû” kelamı kibarı vardır. Aslında bu laf;“eline, beline, diline sahip ol” diyen öğretinin müntesiplerine aittir. “Edep ve erkan” sahipleri, çok dikkat eder.
***
Bu bir Feridüddin Attar öyküsünde, ünlü eseri “mantık ut tayr” da geçermiş. Dinin bâtını olan tasavvufta oldukça sevilen bir vecize. Her şeyin fani olduğuna dair çekirdek söz. Bilgiyi “Ekşi sözcükte” bazı düzeltmeler yaparak aldım.
**
Hikaye şöyleymiş: “Sultan [Gazneli]Mahmut bir gün tüm vezirlerini toplayıp, bana bir yüzük yaptırın ve üzerine öyle bir şey yazdırın ki, ona her baktığımda, hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem hüzünleneyim düşüneyim diye buyurmuş. Vezirler toplanmış. Sonunda bir gün yüzükle sultanın karşısına çıkmışlar, yüzüğü vermişler. Sultan; “tamam işte bu!” demiş. Yüzüğün üzerinde "bu da geçer ya hu" yazıyormuş.
***
“Arapça'da üçüncü teklik şahsı ifade eden hüve (hû) zamiri, tasavvuf ehli arasında ilahî isimlerden sayılıp Allah kelimesi ile eşdeğerde tutulmuştur. Allah zâhir ismine, Hû batın ismine yöneliktir”diyor Mustafa Kutlu dostumuz.
***
Küçük bir bilgi notu: “FerîdüddinAttâr (d. ?,Nişabur - ö. 1221, Nişabur), İranlı mutasavvıf, şair. Hekim ve eczacı olmasından dolayı Attâr (aktar) olarak anılır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Şeyh Galip ve diğer mutasavvıflarca yüceltilen Attâr, çoğu günümüze dek ulaşan pek çok eser bıraktı.
***
Bunlardan; Mantıku't-Tayr: 1187 yılında yazmış olduğu mesnevi tarzında 4724 beyitten oluşur. Tasavvuf edebiyatının başlıca eserlerinden olan Mantıku't-Tayr'da kuşlar ile ilgili bir hikâye kullanılarak, çeşitli semboller aracılığıyla tasavvufun temellerini, önemli prensiplerini ve tasavvufî yaşam ile inancı anlatılmaktadır.”(Wikipedi)