Konuya girmeden, saçmalama da olsa bir fikrimi açıkça ifade edeceğim, kimse de kızmasın, gücenmesin…
Çarşamba günü yapılan AKP Kongresindeki manzarayı gördükten sonra, bu milletin bir kısmının korona virüs salgınına yakalanıp hayatlarını kaybetmelerine hiç acınmayacağım, vah, tüh de demeyeceğim çünkü hak ediyorlar…
XXX
Gelelim konumuza…
Gezi Parkı, toplam 32 bin 854 metrekare yüzölçümüyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) adına 751 ada, 1-2- 3 ve 4 no’lu parsel olarak tapuda kayıtlı. Tapusu meydan, park, yeşil saha gibi umumi hizmetlerde kullanılması koşuluyla İBB adına tescil edilmişti.
Bilindiği gibi, Gezi Parkı’nın “Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı(!)’na” devir işlemi geçtiğimiz hafta Vakıflar Kanunu’nun 30. maddesine dayandırılarak yapıldı. Maddede, “Vakıf yoluyla meydana gelip de her ne suretle olursa olsun Hazine, belediye, özel idarelerin veya köy tüzel kişiliğinin mülkiyetine geçmiş vakıf kültür varlıkları mazbut vakfına devrolunur” deniliyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden yapılan açıklama: “2008 yılında yapılan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 30. Maddesi gereğince, İnönü Meydanı 751 ada 1, 2 ve 3 parseller ve Cumhuriyet Mevkii 571 ada 4 parselin mülkiyeti Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na geçmiştir.
2008 yılında yapılan kanuni düzenleme, “Vakıf yoluyla meydana gelip, her ne suretle olursa olsun Hazine, Belediye, Özel İdareler, Köy ve Tüzel kişiliğin mülkiyetine geçmiş vakıf kültür varlıkları, mazbut vakfına devrolunur” ibaresi yasa ile kanunlaştırılmıştır.”
Denildi…
Açıklaması şöyle; “Gazi parkı alanı olarak bilinen arazi, aslında Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na –ki böyle bir vakıf yok- aitti, sahibine geri veriyoruz.”
XXX
Aslında ülkemizde “Vakıf” işleri öylesine karışık bir iş ki, değilse de bazı vakıflar için öyle diye düşünüyorum…
Ben nereden biliyorum derseniz ki deyin de cevap vereyim…
Kayseri’de mevcut üç büyük “Mazbut vakıf”tan birisi, Şakirt Hacı Ali Vakfı…
Vakıflar Bölge Müdürlüğünden, vakıfname gereği her yıl, bir önceki yılın gelirlerinden vakıf evlatlarına hissesine düşen gelirden paylarına düşeni öderler.
Yanlış biliyorsam affola, diğer iki büyük vakıf, vakıf evlatları tarafından kurulan mütevveli heyet tarafından yönetilirken, bu vakfı, evlatları adına Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü yönetiyor.
Nasıl mı oluyor? Onu da anlatayım…
Bir zaman denilmiş ki “Şu kadar süre içinde kuracağınız mütevelli heyet ile müracaat edin, yönetimini devralın.”
Şakirt Hacı Ali vakfının o zamanındaki büyükleri, müracaat edip devralmamışlar, öylece Vakıflar Bölge Müdürlüğünün yönetimine geçmiş…
Evlatları olarak bugünkü kuşak ne kadar uğraşsa da, “Vaktini geçirdiniz, vakfınızın yönetimini alamazsınız” anlamında cevaplarla karşılaştılar bugüne kadar. Elbette kararname çıkartmak gibi bir gücü veya çıkarttırmak gibi bir güçleri olmadığı için ne kadar çırpınsalar da boş oldu ve halen Şakirt Hacı Ali vakfı, Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yönetilmektedir.
Derseniz ki “Kardeşim… Ne var? İşte devlet güvencesi altında ne güzel yönetiyorlar, sana da hissene düşen payını ödüyorlar, ne debelenip duruyorlar?”
Yerden göğe kadar halklı olduğunuz bir cümle kurmuş olursunuz ama, bir farkla ve yanlışlıkla…
Kazın ayağı tam da öyle değil…
Bu vakfın bir başka özelliği var galiba ve evlatlar o özelliğin ne olduğunu bir türlü bilemiyor.
Örneğin, vakıf evlatlarından birisi, Vakıflar Genel Müdürlüğünde tanıdığı yetkili biri ile konuyu görüşmek üzere randevu almış. Randevuya varınca, güler yüzle gayet hoş karşılanmış, çaylar kahveler ikram edilmiş ve sıra “Şakirt Hacı Ali Vakfı” konusuna geldiğinde, adamın yüzü buruşmuş, bir iş bahane ederek hemen oradan ayrılmış ve bir daha da görüşmemiş.
Vakıf evlatları olarak ne zaman benzer bir girişimde bulunsalar, yetkili kişiler “Vakıf evladı görmüş gibi” değil de “Vebalı adam görmüş” gibi öte kaçıyorlar ve bir daha yüzlerine bakmıyorlar.
Peki, ısrarları niye?
Israrları, vakıf mevcutlarının günün emsallerine göre değerlendirilmediği ve bu suretle de önemli bir gelir kaybına neden olunduğu (Evlatlara göre) gerçeğinden kaynaklanmaktadır.
Diğer yandan, evlatlara ödenecek gelirden hisselerine düşen payların ödemelerinde de keyfilik yaşandığı kanaatine kapılabilecekleri davranışlar olduğunu kanısında olduklarından.
Örneğin 2020 yılı gelir payı, aradan geçen yaklaşık 3 ay gibi süre olmasına rağmen, halen ödenmiş değildir…
Şimdi araştırıyorlar ve yapılan uygulamaları emsal gösterip tekrar evladı oldukları vakfın, oluşturulacak mütevelli heyete devrini sağlamaya çalışacaklar.
XXX
Ayrıca bir acayip uygulamadan daha söz etmek istiyorum…
Var sayalım, babanız vakıftan gelir payı alıyor ve vefat etti. Kan bağı ile pay alma hakkı size geçiyor, çıkarttığınız veraset ilamı ile payı alamıyorsunuz. Mahkemeye veriyor, veraset ilamını ibraz ediyorsunuz ve mahkeme yani “Hukuk”, “Evet bu kişi, veraset ilamına göre vakıf evladıdır” diye karar veriyor. Veraset ilamını da veren ayrıca zaten mahkeme…
Kararı alıp vakıflara müracaat ediyorsunuz ama bu arada vakıfların avukatı, hangi akla hizmet bilinmez, Yargıtay’a başvuruyor ve karara itiraz ediyor. Yani diyor ki, tamam mahkeme veraset ilamına göre karar vermiş ama biz bu mahkeme kararına rağmen, vakıf evladı olduğunu kabul etmiyoruz.
(Anlattıklarımla asla vakıfların avukatlarını suçlamıyorum, onlar verilen emirleri yerine getiriyorlar, öyle inanıyorum. Ayrıca anlattığım bu hikâyede de hiçbir vakıf çalışanını da suçlamıyorum, sonuçta onlar da ne emir verildi ise, onu uyguluyorlar.)
Karar Yargıtay’a gidiyor ve Yargıtay’a giden dosyaların kaç senede karara bağlandığı malum, en az 2 yıl bekliyorsunuz, karar onaylanıyor. (Bugüne kadar onaylanmamışı yok)
Onaylanan karar, mahalli mahkemeye geliyor, vakfın avukatı da kararı alıyor ama…
Bir ilginçlik de burada var. O karar ile yetkililer işlem yapmıyor, evlada diyor ki, mahkemeden kararı kesinleştir. Kesinleşme şerhini yazdır, dilekçene ekle ve getir ki kabul edeyim…
Elbette el mahkûm, denileni harfi ile yerine getirip, evlatlığınızı vakıf yönetimi nezdinde de onaylatıyor ve gelir payınızı almaya başlıyorsunuz.
XXX
Dönelim “Gezi Parkı” olayına…
Adı sanı bugüne kadar hiç duyulmayan ve bir Osmanlı sultanı adını taşıyan vakfa devrediliyor ki, gezi parkı alanı Sultan Vahdettin tarafından zamanında Fransız firmasına satıldı ve “Vakıf malı” da olsa vakıf malı olmaktan çıkmış oldu.
Şimdi hangi hakkı öne sürerek, adı sanı şimdiye kadar duyulmamış, vakıflarda bile kaydı bulunmayan böyle bir vakfa, devrediliyor?
Hem de yıllarca sonra…
Hem de “Vaktini geçirmişsiniz” gibi bir gerekçe öne sürülmeden…
Hem de ne amaçla kullanılacağı bile bilinmeden…
Bize gelince “Vakti geçmiş” oluyor da, Sultan bilmem nenin vakfı olunca “Vakti” daha yeni mi gelmiş oluyor?
Hukuk bunun neresinde?
Adalet bunun neresinde?
Adil yönetim bunun neresinde?
Lütfen biri çıksın da cevap versin…