KADİR DAYIOĞLU


FAKİR, FUKARA!

Bu işte bir terslik var.


Seçim “sath-ı mailine” girince akla gelen, bir sonraki sandığa kadar unutulan topluluk “fakir-fukara”; “garip guraba”… İşin garibi, bunun farkında olmayan grup tek bunlar. Sanırım bunda, “kalite” ve “kantitisesi”  ne olursa olsun “kazanımların” ya da “sunulanların” elden alınma, kaybolma korkusu.

***

O nedenle, bizim demokrasiye; “nafaka demokrasisi” de diyebilirsiniz. Bunu iyi bilen siyasiler, ne “öldürürler” ve ne de “ondururlar”. Sistem böyle işler yıllardır.

***

“Fakir fukarayı, tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumayan, bunları gece gündüz düşünmeyen bir büyüğümüze rastladınız mı?” diye sormuştu bir yazısında merhum Ali Rıza Kardüz, nam-ı diğer Güngör Uras, yıllarca önce. 

***

Sizi bilmem ama vallahi! ben rastlamadım... Aklımın yettiğinden beri, hep “fakir fukara, tüyü bitmedik yetimin hakkı” ile ilgili palavraları dinlemekle geçti. Bu süreçte; fakir fukara giderek artı; tüyü bitmemiş yetimin ise “öpülmedik, bir kulağının arkası kaldı!”

***

Sözgelimi, İmar Kanunu’nun 18’inci maddesi uygulanmasında fakir, fukara, dul ve yetim hakkının nasıl korunduğuna bizzat ben tanığım… Başkanlar, bu vebalin altından nasıl kalkacaklar, tabii, vebale; öteki dünyaya  inanıyorlarsa.

***

Kardüz, o yazısında yukarıdaki soruyu soruyor ve bir tespitini aktarıyordu: “Büyükler, fakir, fukara, tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak için hizmete talip olur. Milletvekili seçilir, bakan olur, başbakan olur (...) Amma velâkin fakir, fukaranın, tüyü bitmemiş yetimin başları da dertten bir türlü kurtulamaz.” 

***

“Ülkenin başına hep fakir fukarayı, bazen de orta direği kollayan idareciler geldi. Nedense fakirler fakirlikten, fukaralar fukaralıktan, ortadakiler de bağlandıkları direkten bir türlü kurtulamadı!” 

***

Neden acaba? 

***

Bu tersliği görenler, sistemi sorgulamak yerine, ’tedbirin, yasağın veya dayağın dozu az geldi’ diye düşündüler. (...) Büyükler ise; ekonomiyi, ‘tedbir ile tekdir ile tekdir ile uslanmayanı da kötek’ ile yönetmek” istediler. 

***

Halkın büyük bir kısmı da bunlardan hiç geri kalmadı. Kahve köşesinde “aznif yazarken”, okey oynarken bu tersliklere, bol bol çözüm ürettiler. Bakınız nasıl: 

***

Çıkarırsın bir kanun. Sallarsın üçünü beşini köşe başında... O zaman siz bakın, ortalık nasıl süt liman, millet de nasıl adam oluyor. Anadın mı abicim? 

***

“Fiyatlar başı boş bırakılır mı? Kasaba, manava, bakkala, çakkala diyeceksin ki; ‘Arkadaş bu malları şu fiyata satacaksınız. Satmazsan, ölümlerden ölüm beğen!’ Bu taktirde bakın siz fiyatların düştüğüne.” 

*** 

Marketler Allah’ın günü fiyat artırıyor. İbret-i âlem için sahiplerine çek bir meydan dayağı, bak ortalık nasıl süt liman oluyor!.. 

***

Olmaz abicim!... Bu iş bakkala, manava, kasaba bırakılmayacak kadar, ciddi bir iştir. Belediyelere fırın açtıracaksın. Devlete de bakkal dükkanı ve manav... Köylünün sütünü değerlendirmek için süt merkezleri kuracaksın...  Marketlere karşı da tanzim satış mağazaları açtın mı, bak sen işler nasıl düzeliyor... Ekonomi nasıl rayına giriyor!.. 

***

Hasıl kelam... Yani yaşadığımız halin özü şuymuş: “İktisadi hayat, başı boş bırakılmaz. Halkını düşünen devlet ve dahi belediyeler, başta döviz olmak üzere, her türlü görünür ve görünmez maddelerin fiyatlarını bir disiplin altına almalıdır. Hürriyet iyidir lâkin bu, iktisadi hayata tatbik edilemez. Bu nedenle birilerinin bu fakir, fukarayı kollamaları gerekir!” 

***

“Biz, sabah akşam sadece ve sadece fakiri, fukarayı, tüyü bitmemiş yetimin hakkını düşünen büyüklere sahibiz. Ama nedense uygulanan ekonomik ve sosyal politikalar halkı acıtan politikalar oluyor. Ve kazığı da sürekli bunlar yiyor.” 

***

Bu işte bir terslik var. 

***

Evet. Bu ülkeyi yönetenler, fakir fukaranın hakkını koruduğunu zannedenler, ekonomi denilen bir bilimin olduğundan artık haberdar olmalılar... Narhlarla, “naslarla”, baskılarla, fiyat ayarlamalarıyla, emir ve komutayla ekonominin düzlüğe çıkamayacağını; sonuçta fakır fukaranın yüzünün gülmeyeceğini, tüyü bitmemiş yetimin hakkının korunamayacağını artık, bilmeliler.