“Fakir fukarayı, tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumayan, bunları gece gündüz düşünmeyen bir Türk büyüğüne rastladınız mı?” Hayır, ben hiç rastlamadım. Maşallah, kırk türlü yüzme biliyorlar ama suya girince unutuyorlar. Tabii, onlara unuttuğu gibi, hakkı korunacak olanlar da unutuyor.
***
Düşünebiliyor musunuz; elektriği, suyu olmayan evlere buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi dağıtılıyor, hem de bir seçim öncesi... Ama bunun seçimlerle bir ilgisi yok diyor büyüklerimiz... Yersen tabi!..
***
Bunu eleştirenlere de yafta hazır; “Sen, fakir-fukara düşmanı mısın?” Evet. Bu anlamda ben, fakir fukara düşmanıyım ama unutmayın fakir fukarayı bu halde tutanlar asıl düşman olanlar... Ah fakir-fukara, bunun bir farkına varabilse, “al yardımını çal başına!” diyebilse...
***
Şunca yıl iktidarda olacaksın, uzun süre büyük ölçüde belediyeleri elinde bulunduracaksın, dağıtılan dayanıklı tüketim malları, odun-kömür, iaşe paketi, aşevleri ile övüneceksin? Bunu, “sosyal devletin” bir gereği sanacaksın... Kendilerini “akıllı”, “beni” aptal sananları gördükçe kahroluyorum...
***
Aklımın yettiğinden beri, hep fakir-fukara, tüyü bitmedik yetimin hakkı ile ilgili palavraları dinlemekle geçti... Bu süreçte; fakir-fukara giderek artı; bugünlerde de doruğa ulaştı; tüyü bitmemiş yetimin ise öpülmedik, okşanmadık bir kulağının arkası kaldı!
***
Soru şu: “Bütün Türk Büyükleri fakir, fukara, tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak için hizmete talip olur. Milletvekili seçilir, bakan olur, başbakan olur (...) Amma velâkin bu fakir, fukaranın, tüyü bitmemiş yetimin başları da dertten bir türlü kurtulamaz. (...) Ülkenin başına hep fakir fukarayı, bazen de orta direği kollayan idareciler geldi. Nedense fakirler fakirlikten, fukaralar fukaralıktan, ortadakiler de bağlandıkları direkten bir türlü kurtulamadı!” Neden acaba?
***
“Bu tersliği görenler, (ekonomik) inanç sistemlerini sorgulamak yerine,’ tedbirin, yasağın veya dayağın dozu az geldi’ diye düşündüler. (...) Büyük Türk Büyükleri ise; halkı ve ekonomiyi, ‘tedbir ile, tekdir ile, tekdir ile uslanmayanı da dayak ile’ yönetmek” istediler.
***
Halkın büyük bir kısmı da bunlardan hiç geri kalmadı. Kahve köşesinde “aznif yazarken”, okey oynarken bu tersliklere, bol bol çözüm ürettiler. Çıkarırsın bir kanun. Sallarsın üçünü beşini köşe başında... O zaman siz bakın, ortalık nasıl süt liman, millet de nasıl adam oluyor... Anadın mı, abicim?”
***
Fiyatlar başı boş bırakılır mı? Kasaba, fırıncıya, manava, bakkala, çakkala diyeceksin ki; Arkadaş bu malları şu fiyata satacaksınız. Satmazsan, ölümlerden ölüm beğen! Bu taktirde bakın siz fiyatların düştüğüne. Marketler Allah’ın günü fiyat artırıyor. İbret-i âlem için sahiplerine çek bir meydan dayağı, salla bir ikisini meydanda, bak ortalık nasıl süt liman oluyor!
***
“Biz, sabah akşam sadece ve sadece fakiri, fukarayı, tüyü bitmemiş yetimin hakkını düşünen büyüklere, yazarlara ve çizerlere sahibiz. Ama nedense uygulanan ekonomik ve sosyal politikalar halkı acıtan politikalar oluyor. Ve kazığı da sürekli bunlar yiyor.” Neden acaba? Bu işte bir terslik yok mu?
***
Evet. Bu ülkeyi yönetenler, yönetmeye talip olanla fakir-fukaranın hakkını koruduğunu zannedenler, ekonomi denilen bir bilimin olduğundan artık haberdar olmalılar... Narhlarla, baskılarla, fiyat ayarlamalarıyla, emir ve komutayla ekonominin düzlüğe çıkamayacağını; yardımlarla, hayr ve hasenatla bir yere varılamayacağını sonuçta fakır fukaranın yüzünün gülmeyeceğini, tüyü bitmemiş yetimin hakkının korunamayacağını artık, bilmeliler.
***
Hem, seçimler nedeniyle, ekonomik krize kayıtsız kalanların; “ülke-seçim” denkleminde “seçim” diyenlerin, seçim yani “oylar sandığa” girdikten sonra en büyük kötülüğü “fakir-fukara-gurabaya” yaptıklarını göreceğiz...
***
Unutmayın, ekonomi fanteziye gelmez. Onun evrensel doğruları vardır. Bunlar, tarihin süzgecinden süzüle süzüle gelmiştir. Demem o k, “deneme tahtası değildir!”. Bakınız, bir “nas var!” dediniz, ne hallere düştük. Şimdi de toparlamaya çalışıyorsunuz.
***
Ticaret Bakanı, AK Parti döneminde kişi başına düşen milli gelirimiz beş kat arttı, diyor. Doğrudur… Ama bir gecede hesap yöntemi değiştirerek, kişi başına milli gelirin sıçradığını unutmayalım.
***
Yine unutmayalım, sayıları on milyona yakın olduğu söylenen, yetmiş iki milletten yani “sığınmacıların” milli gelire (üretime) katkıları varken, toplam nüfus içerisinde gözükmediğinden, haliyle, ADNS içerisinde gözüken nüfusun aldığı pay elbette yüksek olacak. Mesela, milli geliri, 85 milyona değil de 95 milyona kişiye bölün bakalım ne çıkacak?
***
Ayrıca, yine doğrudur,1923’te sadece 45 dolar olan kişi başına düşen milli gelirimiz, 1990 yılında 2 bin 730 dolar, 2000 yılında ise 4 bin 130 dolara yükseldi. 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz milli gelirin 3 bin 20 dolara kadar inmesine sebep olurken, 2002 yılında kişi başına gelir 3 bin 492 dolar oldu. Yani, 1923-2002 arasında 77,6 kat arttı. Demek ki, milli gelirimiz, inişli çıkışlı olsa da sürekli artmış.
***
Hocamız şunu unutmasın, kendilerinden önceki dönemde harcanan kamu kaynağı (vergi, özelleştirme, borç) 3,5 trilyon dolar. Beğenmediği seksen yılda kullanılan kamu kaynağı, 800-900 milyar dolar. Bu kaynağı ne yaptınız? Bir ikincisi de 2002’de ki 3.492 doların alım gücü ile, bunun beş katı 15 bin doların alım gücü aynı mı?
***
Nihayet, değerli Hocam. Tutmasak, 2023 sonunda kişi başına gelirimiz 25 bin; milli gelirimiz 2 trilyon dolar olacaktı. Bir de bundan haber verseniz olmaz mı? Şimdi, kişi başına 13-14 bin ve toplam 1 trilyon dolarla övünüp duruyorsunuz. Bunu duyan tüccar ve sanayici de alkışlıyor. Toplum, balık hafızalı olunca, ne deseniz, ne yapsanız nafile.
***
Neyse, unutmayın; her zaman, “Tüfekçi Bekir’in yakası yırtılır.” Siz; siyasilerin özellikle iktidar mensuplarının “parası pul, karısı dul olur!” bâtılına inanmaya devam edin... Ömrü hayatımda; fakir ve fukaranın kurtulduğunu hiç görmedim; siyasinin “parasının pul, karısının dul” olduğunu da...