KADİR DAYIOĞLU


DÜN GEÇTİ GİTTİ

Geçmişe hiç  özlem duymayan… Geçmişin hiç özlemini çekmeyen… Düne takılıp kalmayın…


Geçmişe hiç  özlem duymayan… Geçmişin hiç özlemini çekmeyen… Düne takılıp kalmayın…  “Nerede o eski günler!”; “Nerde o eski Kayseri!”, “Nerede o Türkiye!” demeyen, birisiyim… Bozuk plak gibi, eskiye takılıp kalmam… Öyle ya, “eskiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağarmış!”

***

Ben, yaşadığım Kayseri merkezini anlatıyorum. Diğer iller, kırsal nasıldı bilemem… 

***

Zira, dünün ne olduğunu biliyorum; çok kısa da olsa bir bölümünde yaşadım… Bir önceki dönemi de büyüklerimden dinledim… Yeni nesillerin, o şartlarda yaşamasını asla istemem Zaman zaman yayınlanan Kayseri fotoğraflarına, hatta İstanbul fotoğraflarına bakın, dün yaşayanların  hangi şartlar altında yaşadığını  açıkça görürsünüz… 

***

Tel dolaba, “iskembiye”, ahır sekisine, idare lambasına, gaz çırasına, “gilamadaya”, “çalı, çipliye”, tezeğe, trahomlu gözlere, yalınayak gezmeye, kuyu suyuna, kar suyuna, tozlu topraklı yollara, “Yerli Malları Haftasına”, “dazdaz kurmaya” hiç mi hiç özlem duymuyorum…  Hem ne diye özlem duyayım ki? 

***

Yeni kuşak bilmez, bazı şeyleri hatırlatayım: Bugün “bağ” denilen yerleşim yerlerinin hiç birinde ama hiç birinde, 1974’lere kadar elektrik diye bir şey yoktu. Bir iki ev, “dinamo” koymuştu, akşamları ampul yakmak için… Bugün çoğu “bağda” bulunan içme suyu da yoktu; kuyu suyu kullanılırdı…

***

“Mantı suyu ile yıkanan kıraç bağcıları”, havası, suyu, sebzesi, meyvesi için bağa göçmezlerdi… Yazın sıcağından, fosseptik çukurlarından çıkan “bok kokusundan”  ve karasinekten kurtulabilmek için, bir “tokana”, bir “ötme” ve bir “kuyu”ndan oluşan bağlara göçerdi…  

***

Sayıları az da olsa zengin ve ağa evlerini çıkın, manzarayı umumiye böyleydi… Rahmetli Başkan Kanuncu’nun, kilo ile sinek ölüsü satın aldığı halen belleklerimizde… Kurtlu su kaynayan kuyular da…

***

Yeni evliler hariç, - ki bunlar, önüne savan gerilmiş ötmelerde yatardı -  geri kalan ev halkı, ötmelerde, tollarda, kuyu başına serilen yataklarda, toprak zeminde, yıldızları seyrederek, mışıl mışıl uyurdu…

*** 

Bağda, yalınayak gezilirdi… Ayakkabı, şehre giderken ve okulda giyilirdi…  Yalınayak gezmeden dolayı “taşa tokaşan” ayak başparmağı yarılır, akan kanı da sıcak toprak serperek ve “işeyerek” tedavi ederdik… Ve yine, bağlarda, taşlı tarlalarda yalınayak top oynadığımızı söylesem pek inanan olmaz, herhalde… 

***

Bağdan göçerken de arabanın dörtte üçü “yakacak”, “çalı, çilpi”, “gilamada” ile dolardı; öyle ya, bir kış ne yakılacak? İneği olanlar da “yapma” yapardı, yani “inek boku”  kuruturdu... Bu nedenle de şehir evlerinin “hayat”ının bir bölümünde “bokluk”lar vardı… Ahırdan alınan pislikler burada biriktirilir, bağda göçülüyken, “yapma” yapılırdı… 

***

Yapma, hem ısınmada ve hem de ocakta yemek için yakacak olarak kullanılırdı… Yapma yapmak da ayrı sanattı… Ekmek pişirilen “sacın” ne kadar kıymetli olduğunu anlayın ki, bağda bırakılamaz, çünkü çalarlar; isli isli, arabaların yanına asılarak şehre getirilirdi… 

***

Vaktaki, Aydınlık Evler, Örnek Evler, Sahabiye Mahalleleri iskana açıldı şebeke suyu, buzdolabı, merdaneli çamaşır makinesi, odunlu termosifonlar girdi evlere, özellikle kıraç bağcılığı da ölmeye başladı… Bugün güç yetmeyen bağlar, “hozana döndü”; terk edildi... 

***

Ötmelerin, tokanaların damları çöktü; ağaç, bitki namına bir şey kalmadı bağlarda… Tabii bir de “yipelek otundan”, “tosbağa”dan başka… Zaten, ağaç dediğin de ne idi ki? Kayısı, erik, badem, iğde, ceviz, “çubuk”; meşe, dağdağan… 

***

1970’li yıllara gelince, insanlar biraz zenginleşmeye başladı, bağcılık da yeniden yeşermeye, yeniden canlandı… Görüyorsunuz, daha dünden bahsediyorum… Bir asır önce, Allah bilir neydi, Kayseri’de ve dahi Osmanlı mülkünde hayat… 

***

Son olarak bir şey daha söyleyeyim, geçmişten… Rahmetli babamdan duymuşumdur, eski Türkçeyi hem okuyup ve hem de yazan, birkaç kişi ancak çıkarmış, bir mahallede.  Liseli yılarımızda, “Boğazköprü”nün ötesine geçen parmakla gösterilirdi… 

***

 Ha bir de, 1950’li, 60’lı hatta 70’li yıllarda “kot pantolon” giyenlere, “oğlan” gözüyle bakılırdı… Bu nedenle imkanı olanlar bile “kot pantolon” giymeye korkardı… Demiryolları, Hava İkmal ve Sümer; arkasından Şeker, Kayseri’nin dışa açılan kapılarıydı; dışa bakan yüzleriydi… Çok şey kattı buralar Kayseri’nin sosyal hayatına çok şey kattı…