KADİR DAYIOĞLU


DİVAN ŞAİRLERİ

“Divan şairi, belli kıstasları ve mazmunları bulunan divan edebiyatı içinde eserler veren şairlere verilen addır.


Divan şairi, belli kıstasları ve mazmunları bulunan divan edebiyatı içinde eserler veren şairlere verilen addır. Eski Türk edebiyatını içerdiği gibi İslam coğrafyasındaki diğer dillerin edebiyatlarını da içine alan bu edebiyatta ortak bazı kurallar bulunmaktadır. Divan şairleri bu kurallara katiyen riayet etmiştir.” (Vikipedia)

***

Osman Sel Hocam, “Divan Şâirleri” için “ozan” dememesi gerektiği; “ozanın” “Halk Şairleri” için kullanıldığı uyarısı üzerine ben de bu tembihe uydum. Bu açıklamadan sonra, çoklarımızın bildiği, çoğu “berceste” niteliğindeki birkaç örnek ve olabildiğince anlamlarını vermeye çalışacağım. Hatalarımın mutlaka bildirilmesini isterim. Çoğu için kaynak olarak da; Necmettin Halil Onan’ın “İzahlı Divân Şiiri Antolojisi. MEB İstanbul/1997” büyük ölçüde kullanılmıştır.

***

İlk örneğimiz, Ahmet Doğan Işık dostumuzun da anımsattığı, Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya ait. Çok bilinir. “Tefviznâme’nin” ünlü ilk kıtası. Sanırım, anlaşılmayan bir şey yok. “Hak şerleri hayr eyler/ Zan etme ki ğayr eyler/ Ârif ânı seyr eyler/ Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler”

***

Sırada; "Gökten nazire indi Sihâm-ı Kâzâsına/ Nef'i diliyle uğradı hakkın belasına" (Sanırım laedri) dizelerinin muhatabı Nefi’nin ünlü gazelinden iki beyt… Biliyorsunuz Nefi, “sivri dili” yüzünden katledildi. Vereceğimiz beyitleri, büyük besteci Buhûrizâde Mustafa Itrî tarafından segah makamında besteledi. Itrî Efendi’nin adı ile anılan ve kendisinin geliştirdiği; “Mustafa Bey Armudu”ndan söz edilmekte.

“Tûti-i mu’cize gûyem ne desem lâf değil/ Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil”  (Mucize gibi sözler söyleyen bir papağanım. Dediklerim laf değildir. Felekle konuşamam; tenezzül etmem; çünkü onun aynası, kalbi temiz değildir). (O benim seviyem de değildir.)        

 “Ehl-i dildir deyemem sînesi sâf olmayana/ Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil” (Gönlü temiz olmayana gönül ehli diyemem, gönül ehillerinin birbirlerini bilmemesi insafa değer bir iş değildir.)

***

XVII. Yüzyıl divan şairlerinden Sabit’e ait bir beyt var sırada. “Sunar bir câm-i memlû bin tehi peymâneden sonra/ Döner vefk-ı murâd üzre felek ammâ neden sonra” (Bin boş kadehten sonra bir dolu kadeh sunar; felek insanın istediği gibi döner ama neden sonra) Son mısra; “Felek ehl-i dili dilşâd eder eder ama neden sonra” biçiminde de söylenir.

***

Lise 1’de, Nihat Sami Banarlı merhumun, “Türk Dili ve Edebiyatı” kitabını okuyanların ezbere bildikleri bir şiir var sırada… 16. yüzyılın ünlü divan şairlerinden Fuzûli’ye ait. Fuzûli bir “ehl-i beyt” bağlısı, bir AleviAlevi yanı pek bilinmez ya da söylenmek istenmez. Büyük şair, Azeri Türkçesi’ni de ustaca kullanır.

Ünlü gazelinin ilk iki beyti. “Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı/ Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı” (Sevgilim beni candan usandırdı, kendisi cefâdan usanmaz mı? Ahımdan felekler yandı muradımın mumu hâla yanmayacak mı? Arzuma kavuşmayacak mıyım?)

“Kamu bîmârına cânân devâ-yi derd eder ihsân/ Niçun kılmaz bana dermen beni bîmâr sanmaz mı”

(Sevgili bütün hastaların, âşıkların dertlerine deva bağışlar; fakat bana niçin derman vermez, beni hasta, âşık sanmaz mı ki?)

***

Yine Fuzûlî’nin çok meşhur “ÂL-i AB” mersiyesi’nden 3. beyit. Bilindiği gibi Âl-i Abâ; Peygamber Efendimizin ailesine denir ki bunlar kendisiyle beraber kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz. Ali ve torunları Hasan ve “Şehid-i Şâh-ı Kerbelâ”  Hüseyin efendilerimiz. Zaten bu mersiyede Kerbelâ olayı üzerine yazılmıştır. “Dûd-i dil-i pürâteş-i ehl-i nezâreden7 Etmişdi perdedâr-i harem Şâh-i kerbelâ”. (Bu olaya şahit olanlar ateşli gönüllerinin dumanıyla çoluk çocuğunu perdeleyip saklamışlar.)

***

Kerbelâ olayının elemli hatırasını anmak için Hz. Ali taraftarları ya da Ali bağlıları her sene Muharrem ayının 10. günü mâtem ayini yaparlar. Fuzûlî de şiî olduğu için, nevinin mükemmel bir örneği olan bu mersiyeyi yazmış.

***

Fuzûli’den başka XIX yüzyıl şairlerinden “Mekâlîd-i Aşk” sahibi Kâzım Paşa’nın; “Düştü Hûseyn atından sahrâ-yi Kerbelâya/  Cibril var haber ver Sultân-i Enbiyâya”.  Beyti tekrar eden manzumesi de, edebiyatımızda başarılı ve etkili bir Kerbelâ mersiyesidir.