Ülkenin gerçek gündemi ne CHP, ne şu ne bu… Gerçek gündemimiz “hukuk” ve “ekonomi”… İstediğiniz kadar yok sayın; istediğiniz kadar “algı” oluşturun, “olgunun” üstünü örtemezsiniz. Öyle ya, defalarca tekrar edelim; “kurt kışı geçirirmiş ama yediği ayazı da unutmazmış!”
***
Türkiye'nin brüt “dış borç stoku”, 31 Mart 2025 tarihi itibarıyla 527,7 milyar dolarla rekor kırdı. “Net dış borç stoku” ise 264,1 milyar dolar oldu.
***
Evet. Her ülkenin dış borcu var… Unutmayın, dünyanın dış borç stoku, “toplamı sıfır” olan bir oyundur. Bir ülkenin “iç borçları” da öyle. Birilerinin borcu, diğerlerinin alacağı olduğu için “toplamı sıfır”dır. Aslında bu, muhasebenin temel kuralı. “Borç ve alacak yekunu” birbirine eşittir. Toplamları da “sıfır”dır. O nedenle, “borçsuz alacak; alacaksız borç olmaz!”
***
Tabii, bu süreçte kamunun iç borcu nedir?
“AB Tanımlı Genel Yönetim Borç Stoku”, 31 Mart 2025 tarihi itibarıyla 11.806 milyar TL olarak gerçekleşmiş; stokun milli gelire oranı yüzde 25,3 olmuştur. Aynı tarihte, “Kamu Net Borç Stoku” ise 7.799 milyar TL olarak gerçekleşmiş olup stokun milli gelire oranı yüzde 16,7.
***
Peki, Maastricht Kriterleri ne diyor?
Kamu Borcu: Kamu borcunun GSYİH'nın %60'ını geçmemesi. Bu açıdan iyi noktadayız ama bir de işin aması var o da şu:
Döviz Kuru İstikrarı: Ülkenin para biriminin, Avrupa Döviz Kuru Mekanizması (ERM) içinde istikrarlı olması.
Uzun Vadeli Faiz Oranları: Faiz oranlarının AB ortalamasına yakın olması. Euro Bölgesi faiz oranı yüzde 2-2,5 arasında. Tabii, bunun çok çok uzağındayız. O nedenle, sevinmemek lazım.
***
Burada önemli olan; borcun ulusal gelire oranı kabul edilebilir mi? Özel, kamu dağılımı, vadesi ve faizi, nihayet nereye harcandığı…
***
Ulusal gelire oranına bakınca, geçmişte (2002) yüzde 50’ler civarında olan bu oran, bu yıllarda yüzde 25’ler düşmesi. Bu iyi bir haber ama faizi, vadesi ve nereye harcandığı çok önemli. Bu araştırma, uzmanların işi.
***
Eskiden, dış borcun “kamu” ve “özel” dağılımında, kamu, yaklaşık dörtte üçüne sahipti. Şimdi ise tam tersi oldu. O nedenle eski krizler “kamu” krizi idi. Şimdi renk değiştirdi, “özel kesim” “krizine” döndü. Bir de buna kamunu iç borçlanmasını ilave edin. Yani, kamunun yüksek faiz ile para temini, özel sektörün toplam dış borç içerisinde payının yüksek oluşu da döviz temininde zorluk nedeniyle, fiyatlarını sürekli tetikliyor.
***
Döviz fiyatlarını oynaklığına bir de bu açıdan bakmak lazım. Bir ikincisi de ihracat ve turizm gelirleri. Bu gelirler yüksek olmalı ki, hem dış ticaret açığı ve hem de döviz fiyatlarını dengeler.
***
Bir ikinci açık da, kamu bütçe açığı… Yani, “çift açıklı” bir ekonomiyi yönetmek çok zor. Sıkıntı da burada.
***
Ekonomiyi, “Gözlerimin ışıltısına bakarsanız anlarsınız” diyen eski Maliye Bakanı Nebati’nin. ”Neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heterodoks yaklaşım günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomi ile daha fazla önem kazanmaktadır”, anlayan beri gelsin! türünden uygulamaları ile ya da, “Nas ekonomisi”; “faiz neden, enflasyon sonuç!” teorisi ile ekonomiyi düzeltemezsiniz. O nedenle ortodoks yani genel kabul gören ekonomik politikalarla faizin, enflasyonun, döviz fiyatlarının, “gelir dağılımın” üstesinden gelirsiniz.
***
Bunun da ön şartı, “güven”. “bilim ve aklın” öngörüleri. Bir ülkede, ekonomik açıdan “güven” yoksa, “bilim ve akıl” uçup giderse, isterseniz “ağzınızla kuş tutun”, bir yere varamazsınız.
***
Peki, “güven” yoksa ne olur?
“Para” güven arar. Dışarıdan para gelmez, gelse bedeli (faiz) yüksek olur. Yatırım olmaz, para “sabun fertiği” gibidir, sıkıştı mı kendisine “güvenli” liman arar… O nedenle; “paranın dini, imanı, milliyeti olmaz”, derler.