Günlük ortalama sosyal medya kullanım süresi 3 saate yakın!
Sanırım mesleki alışkanlık gereği bunun benim için ikiye katlandığını söylersem riya etmiş olmam.
Zira sabahtan akşama bilgisayar karşısında olduğumuz bir yana, gece yarılarına kadarda son dakika gelişmeleri, transfer haberleri, siyasi kulisler aklınıza A’dan Z’ye ne gelirse bin türlü platformda haberleri takip ediyoruz.
Sizin anlayacağınız nerede ise 24 saat bu mecradayız.
Türkiye’de sosyal medya kullanımının artık hayatın vazgeçilmez bir parçası.
Kulakları çınlasın, Aziz Naldemirci hocam, “Mustafa Sen hiç uyumuyor musun? Sürekli internette misin?” demişti.
Doğrudur nerede ise dedim ya 24 saat haber akışı sürüyor.
Hastalık nerede ise bu gazetecilik mesleğinde.
Meslekte 44. Yıla gidiyoruz.
Eskiden bu işler daha farklı boyutta idi.
1982’de mesleğe ilk Hakimiyet gazetesinde başladığımda o dönemin en popüler baskıya hazırlık tekniği Entertipler vardı.
Rahmetli Hüseyin Topçuoğlu, oğlu Allah ömür versin Mustafa Topçuoğlu, Şükrü Erşekerci, merhum sanatkar şair-yazar Mehmet Çağlıkasap.
Araya bir süreliğine Anadolu Haber gazetesi girdi 1983’lerde.
Mustafa Yeğenağa beye sağlıklı ömürler diliyorum.
Allah rahmet eylesin Hacıali Şapçı’nın Akın Günlük gazetesinde 5 yıl çalıştık.
Ardından IBM’ler çıktı.
Onu PC’ler ve Mac’ler izledi.
Normal matbaadan, ofsete, oradan rotatife geçtik.
Şimdilerde 4 renkli basan makinelerden tutun bastığını anında lak atıp, kırımını yapıp, ciltleyen ve de aynı zamanda paketleyenler bile var.
Tek derdimiz habere ulaşmaktı.
Telefon yazdırır günlerce beklenirdi.
Maçın kadrolarını ve sonucuna ulaşmak mı?
Şimdilerde kimse habere falan gitmiyor.
Eskiden basın toplantıları son derece önemli idi.
Habere giderdiniz, fotoğrafınızı banyo ederdiniz, tab eder ya filme ya karta basardınız.
Sonrasında şimdiki dijital fotoğraf makineleri çıktı bir anda.
Hurufat devri bitti.
Ardından Aydınger dönemi sona erdi.
Direkt kalıba çekme yöntemi ve şimdilerde ise sayfaları internet üzerinden direkt matbaaya atıyor sabah paket alıyoruz.
Daha neler neler.
Herkesin derdi internet.
Aklınıza ne kadar site adı gelirse hepsine de ya üyeyiz ya da abone.
Haberi böyle yapıyoruz artık.
Genç nesil bizim geçtiğimiz yollardan hiç geçme fırsatı bulamadı.
Onlara teknolojik hazıra kondu bir anlamda.
Aman onu da atlamayalım, aman bunu da yazalım…
Ömür bitiyor ama yalan dünyada meşakkat bitmek tükenmek bilmiyor…
Sanırım bu kadar nostalji yeter.
Mevzu derin, hemen yazımızın başlığına ve konumuza dönelim.
SOSYAL MEDYA KULLANIM SÜRESİ
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gül Esra Atalay, modern toplumun en yaygın sorunlarından biri olan “Dijital Yorgunluk" konusunu değerlendirdi.
Atalay diyor ki; “Günlük sosyal medya kullanım süresi 3 saate yakın!”
Atalay, “Üstelik bu yalnızca gençlere özgü bir alışkanlık değil. Her yaş grubundan milyonlarca insan, günün ciddi bir bölümünü dijital ekranlara bakarak geçiriyor. Sosyal medya kullanıcılarının oranı nüfusun yaklaşık yüzde 70’ine yaklaşmış durumda. Günlük ortalama sosyal medya kullanım süresi 3 saate yakın, internet kullanım süresi ise 7 saatten fazla ve her iki rakam da dünya ortalamasının üzerinde.” dedi.
Durduk yere mesaj gelmiş gibi hissedildiğini ifade eden Prof. Dr. Atalay, “Her sabah gözümüzü açar açmaz yüzümüzü yıkamadan, sevdiklerimize günaydın demeden parmaklarımız otomatik pilota bağlı gibi telefona uzanıyor. Bildirim var mı, mesaj gelmiş mi, ‘beğeni’ almış mıyım? Bir bakıp çıkacağız sanıyoruz, olmuyor.” dedi.
SOSYAL MEDYA KULLANICISI
NÜFUSUN %70’İNE YAKLAŞTI
Türkiye’de sosyal medya kullanımının artık hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğunu kaydeden Prof. Dr. Gül Esra Atalay, “Üstelik bu yalnızca gençlere özgü bir alışkanlık değil. Her yaş grubundan milyonlarca insan, günün ciddi bir bölümünü dijital ekranlara bakarak geçiriyor. Sosyal medya kullanıcılarının oranı nüfusun yaklaşık yüzde 70’ine yaklaşmış durumda. Günlük ortalama sosyal medya kullanım süresi 3 saate yakın, internet kullanım süresi ise 7 saatten fazla ve her iki rakam da dünya ortalamasının üzerinde.” dedi.
YOĞUN ŞEKİLDE İNTERNET
SOSYAL MEDYA KULLANIMI
Yoğun bir şekilde internet ve sosyal medya kullanıldığını dile getiren Prof. Dr. Gül Esra Atalay, “Üstelik yalnızca içerik tüketmekle kalmıyor, sürekli bir şeyler üretme, paylaşma ve sosyal bağlantılar kurma çabası içerisindeyiz. En yakın ilişkilerde dahi sosyal medyanın etkisi günden güne artıyor. Aile üyelerimizi sosyal medyadan gözetliyor, dostla muhabbeti düşmana nispeti sosyal medyadan yapıyoruz. İş için sosyal medya, aşk için sosyal medya, görülmek için sosyal medya, gizlenmek için sosyal medya, eğlenmek ve de öğrenmek için de yine sosyal medyadayız.” diye konuştu.
DİKKATİMİZ SÜREKLİ GELEN
BİLDİRİMLERLE BÖLÜNÜYOR…
Dijital dünyanın görünmeyen yüklerinden birinin “dijital yorgunluk” olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Gül Esra Atalay, şöyle devam etti:
“Dikkatimiz sürekli gelen bildirimlerle bölünüyor, sosyal medya ve mobil mesajlaşma uygulamaları yakamızı bırakmıyor ve her kaydırmada güncellenen içeriklerle fark etmeden yavaş yavaş tükeniyoruz. Yalnızca zihinsel bir yorgunluk değil bu duygusal olarak da yıpranıyor, çevremizde olan biteni algılayamamaya başlıyoruz. Psikoloji terminolojisinde bu durum için ‘Dijital tükenmişlik’ ifadesi kullanılıyor. Dijital tükenmişliğin başlıca belirtileri, kayıtsızlık, ilgisizlik ya da zihinsel tükenmişlik olarak belirtiliyor. Dijital çağda aşırı bilgiye maruz kalıyoruz. Bilgi toplumu, bilgi çağı gibi ifadeler genellikle bu gerçeği yüceltmek için kullanılsa da zihnin işleyebileceğinden fazla bilgiyle sürekli olarak karşılaşması sanıldığı gibi olumlu etkilere neden olmuyor.”
YOĞUN BİLGİ YÜKÜ
İNSANI HASTA EDİYOR
Prof. Dr. Atalay, “Yoğun bilgi yükünü sindirmeye çalışmanın yarattığı stres, uykumuzu bozarak, konsantrasyonumuzu sabote ederek ve bağışıklık sistemimizi zayıflatarak bizi hasta edebiliyor.
Sonuçta Bilgi Yorgunluğu Sendromundan mustarip toplumlara dönüşüyoruz. Bu durumun nasıl ortaya çıktığını ortaya koymak için ‘Bilişsel Yük Kuramı’nı hatırlamak gerekiyor. Bilişsel yük kuramı çok fazla bilgiyle karşılaştığımızda zorlanmaya başladığımızı ve problem yaşadığımızı, çünkü çalışma belleğimizin bu bilgiyi işlemek için yeterli kapasiteye sahip olmadığını anlatıyor. Bilgi fazlalığı, yorgunluk ve bireyin bulunduğu durumdan kaçma isteğine yol açıyor.” ifadesinde bulundu.
EKRAN BAŞINDA SAATLER
GEÇİRMEK TÜKENMİŞLİK
Durduk yere mesaj gelmiş gibi hissedildiğini ifade eden Prof. Dr. Atalay, “Sürekli telefondan ses geliyormuş gibi kulak kabartıyoruz.
Dijital teknolojilerle kesintisiz şekilde ve aşırı uyarılmak, ekran başında saatler geçirmek bizi tükenmişliğe itiyor. Bu sorun yalnızca bireyi değil, ailesini, sosyal çevresini de ilgilendiren, insani ilişkileri sekteye uğratan bir boyuta taşındı. Her sabah gözümüzü açar açmaz yüzümüzü yıkamadan, sevdiklerimize günaydın demeden parmaklarımız otomatik pilota bağlı gibi telefona uzanıyor. Bildirim var mı, mesaj gelmiş mi, ‘beğeni’ almış mıyım? Bir bakıp çıkacağız sanıyoruz, olmuyor.” şeklinde konuştu.
AİLE VE ÇİFTLER ARASINDA
SORUNLARA NEDEN OLUYOR
Sosyotelizmin (phubbing), sosyal ortamlarda yanındaki kişiyle ilgilenmek yerine sürekli olarak akıllı telefona bakmak, sosyal medyada gezinmek uğruna yanı başımızdaki kişileri ihmal etmek anlamında kullanıldığını ve aile, arkadaşlık ilişkilerinde, çiftler arasında sorunlara neden olduğunu da dile getiren Prof. Dr. Atalay, şöyle devam etti: “Gözlerimizi ekrana her çevirdiğimizde sosyal ilişkilerimizden, çevremizden hatta kendimizden biraz daha soyutlanıyoruz. Aile içi sohbetlerin yerini sessizlik alıyor; çünkü aynı odada olsak, hatta aynı masa etrafında toplanmış olsak da herkes kendi dijital evreninde geziniyor. Dijital yorgunluk bu soyutlanmayı artırıyor, soyutlandıkça ise daha çok yoruluyor, tükeniyoruz. İşin bir de fiziksel yanı var. Dijital teknolojilerin bizi sürüklediği hareketsizlik, hatalı beden duruşları ve uykusuzluk sağlığımızı ciddi şekilde tehdit ediyor.”
GÜNÜMÜZDE SOSYAL MEDYA
YORGUNLUĞU KAÇINILMAZ…
Bu durumun sadece bireysel bir irade eksikliği olmadığını, sistemin kendisinin buna göre tasarlandığını vurgulayan Prof. Dr. Atalay, algoritmaların rolünü şöyle anlattı: "Sosyal medya mecralarının çok fazla zamanımızı alması elbette yalnızca biz kullanıcıların tercih ve alışkanlıklarıyla açıklanamaz. Hepsinin tabanında kullanıcıyı mümkün olduğunca uzun şekilde platformda tutmaya programlanmış algoritmalar var. Bu algoritmalar bizim tüm dijital davranışlarımızı gözlemliyor, işliyor ve bizi her gün biraz daha iyi tanıyor. Böylece önümüze ne çıkarırsa gözümüzü ayıramayacağımızı kestirebilmeye başlıyor. Sonunda sosyal medya yorgunluğu kaçınılmaz oluyor.
İşin ironik yanı, bu konuda yapılan araştırmalar sosyal medya yorgunluğunun zaman içerisinde kullanıcıların sosyal medya aktivitelerinden bunalmasına ve kullanımdan geri çekilmelerine de neden olmaya başladığını gösteriyor. Yani sosyal medya platformlarının hep toplumun iyilik durumu hem de kendi süreklilikleri için algoritma politikalarını gözden geçirmeleri gerekiyor.”
DİJİTAL MİNİMALİZM
AKIMI YAYGINLAŞIYOR
Kullanıcıların hassasiyetleri arttıkça dijital minimalizm akımının da yaygınlaşıyor. Atalay, dijital minimalizme başlama adımlarını şöyle sıraladı:
“-Akıllı telefonlar, tabletler ve bilgisayarlardaki kullanmadığımız uygulamaları silmek,
-Telefonu elimize aldığımızda Ne yapmak için kullanacağım? sorusunu sormak ve gereksiz dolaşmaları azaltmak,
– Sosyal medya ve eğlence amaçlı uygulamaların bildirimlerini kapatmak,
– Ekran süresi belirlemek,
-Haftada bir gün ya da günde belirli saatleri sosyal medyadan uzak geçirilecek zamanlar olarak belirlemek,
– Dijital ekranların yerine kitap okumak, arkadaşlarla buluşmak, yürüyüş yapmak gibi aktiviteler koymak, Tüm bunlar ilk başta kolay gelmeyebilir ama bir yerden başlamak gerekiyor.”
DİJİTAL ESARET…
Bu işten büyük götürenler bir yana, normal bireyler için aslında bu bir dijital esaret.
Bir başka ifade ile de “Biri bizi gözetliyor” un bile isteye şubesi oluyorsunuz.
Tüm özeliniz, bilgilerinizi, yazdıklarınız, çizdikleriniz, siyasi görüşünüz, beğenileriniz, fotoğraflarınız, aileniz, dostlarınız hepsi ama hepsi kayıt altında.
Münker ve Nekir’in şeytanlaşmış dijitalleştirilmiş hali de denilebilir bu dijital takip için.
Sevap ve günah defteri gibi.
Biri bizi beğensin diye her yırtılışımız, her çırpınışımız aslında iflasımızdan başka bir şey değil.
Zamanımız, sağlığımız, ruhsal ve bedensel hezeyanlarımız hepsi dahil…