Yarın, Cumhuriyet’in 101. Yıl dönümü… İktidar cenahında nasıl kutlanacak bilmiyorum. Ama TUSAŞ katliamı neden gösterilirse hiç şaşmam. Ama CHP cenahının ve bir kesim vatandaşın coşkulu bir biçimde kutlayacağı muhakkak. Öyle ya, Cumhuriyet ile “kulluk” koşullanmasından “vatandaşlığa” geçildi. Zaten, Cumhuriyet’in de en büyük kazanımı da bu değişim ve dönüşüm.
***
Ama bir hafta boyu; “Hakimiyet kimin?”, konusu da çok tartışılacak. Öyle ya; hakimiyetin kaynağı nedir? Uhrevi mi yoksa dünyevi mi? Kim ya da kimler nasıl kullanacak?
***
Mesela birileri; “Hakimiyet Allah’ın!” diyecek. Bunu diyenlere yakın olanlar biraz yumuşatarak; “Beşer planında egemenlik milletindir!”diyecek. Unutmayın bunlar, fırsat buldukça, “Allah’ındır!” diyecek. Öyle, AK Parti iktidarında bu kesim bilinçli olarak bu noktaya doğru gidiyor.
***
Peki, “Hakimiyet Allah’ındır!”, dendikten sonra, cismen, görünmeyen Allah’ın, yer yüzündeki halifesikim olacak? Yel ya Kur’an’da Allah meleklere: “Yeryüzünde bir halife var edeceğim” (Bakara/30 vd.) buyurur.
***
İşte, tam bu noktada da “kavga” başlayacak. Mesela, bir kesim bu işaret Ayetullahlar, diyecek. Kayıp iken tekrar yeryüzüne gelecek İmam Mehdi’ye kadar. Peki, nasıl seçilir halifeler. Çeşitli biçim de seçilirse de, şu üç kategori en çok kullanılandır. İma, ileri gelenlerin ittifakı ve nihayet “kılıçla!”.
***
Yine mesela, bir kesime göre bu işaret; “efendi hazretleri”, “Gavs hazretleri”, “üçüncü binin yenileyicisi”, “İmamı zaman”, “sahibi zaman”, diyecek. Peki kim bunlar? Bağlı oldukları… Bir anlamda, “hazretler” hiyerarşisi oluşacak. Sonunda, diğer “hazretlerin” hepsi, onun etrafında toplanacak.
***
Tabii, bu döngü, bu tartışma, kendi aralarında bölünme, “yeni hazretlerin” ortaya çıkması, kıyamete kadar sürecek. Bu, üç semavi dinde de var… Nasıl doğa boşluk kabul etmezse de, dinsel inanç dünyası da böyle. İktidarı mutlaka birisi, doldurur. Halk falan yoktur, bunun içerisinde.
***
O nedenle, şu kural getirilmiş, İslamiyet’te; artık olmayacak olan peygamberlik. Bu da Resulü Ekrem ile son buldu. Yani son bulan, “nübüvvet” ama “velayet” devam edecek, kıyamete kadar. İşte sorunda buradan başlıyor, velayet kimin şansında tecelli edecek? Cevap çok basit, “benim efendi hazretlerimin!” O nedenle, “şeksiz, şüphesiz” ona bağlanmak gerekir. Necat da burada…İpine sarılanlar cennete gidecek.
***
Buna uymamak, “Allah’a isyandır.” Bu uğurda nice kavga yapılmış, nice kanlar akıtılmış. Geçtiğimiz yarım asırda İskenderpaşa da, İsmailağa da, Menzilcemaatlerinde yaşananlar bu cümleden… Halifenin kim olacağı, Efendi Hazretleri kimi “işaret etti!”
***
Bildiğim kadarıyla, yirmi iki yıllık AK Parti iktidarında, bir söz suyduk, ilgi çekici: “Hakimiyetbeşer planında milletindir”. Yani, “beşer planı” rezervi var. Yavaş yavaş alıştıracaklar, sonunda “Egemenlik Allah’ındır!”, bildik sözü gündeme gelirse hiç şaşmam. Sonra, “halife” seçecekler. İşte bu esnada kıyamet kopacak, “kimin olacağı!” konusunda kavga başlayacak. Tarih, bunun sayısız örnekleri ile dolu. Hazin olan, bu asırda da devam etmesi, hele hele laik Cumhuriyet’te…
***
Peki, egemenlik Tanrı’nın ve bunu yeryüzündeki temsilcisi kullanırsa, halk bunun neresinde? Hemen belirteyim; geleneği devam ettiren Sunni radikallere göre; “Hakimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir!”, diyenlere iyi nazarla bakmazlar. Söyleyenler; kafir, dalâlet içinde, sapkın gibi sıfatlar yüklerler.
***
İsterseniz bir saptama daha yapayım: İslamcılar da dahilseçkinci aydınların temel bir yaklaşımı var. O da şu: “Hiçbir zaman halkın seviyesine inilmez. Halk, kendi seviyene çıkartılır!” Peki, “halkın seviyesi” nedir ki, kendi seviyene çıkması istenmekte?
***
Neticeyi kelam; “halk en iyisini bilir!” diyenlerin çoğu buna inanmadan söyler, hele bir de siyasi ise. Tabii, biraz “aydın b.ku” bulaşmış ben de, bu sözü, hangi platformda duyarsam duyayım, “acı acı gülerim!”.
***
Eğri oturup doğru konuşalım: Kamu hukukunda, Tanrı iradesinden ya da ya da Tanrısal bir tasarruftan söz edildiğinde, “kulluk koşullanması” girer işin içine. “Kulların” egemenlik kullanmasından falan da söz edilemez. İşte o nedenle tam bu noktada laiklik ya da sekülerizim devreye girer. Bunlar, egemenliği, “gökten indirip” özgür bireye verir.
***
Birey, dilediği gibi düşünebilir, saygı duyulur ama kamusal alanda “Tanrısal” iradeden” söz edemezsiniz, laik bir rejimde. O taktirde; sözgelimi Müslüman bir toplumda; “Ayetullahlarla”, “halifelerin” kapışması da, çatışması da kaçınılmazdır. Bugün İslam dünyasında yaşanan da bu.
***
Bu kavgadan de, çok şikayet edilen, neyse, işte o “üst akıl” ya da “emperyal güçler” yararlanır, özellikle coğrafyamız kan ve gözyaşından kurtulamaz. Umarım, Tayyip Beyin, Mursidöneminde, Mısır’da halka tavsiye ettiği; “laikliğe sarılın” sözü, halen geçerliliğini koruyordur.
***
O nedenle laikliğin ya da laik düşüncenin “aklın özgürleşmesi”, bireye ve kamusal alana inançların karıştırılmaması olduğunu bilmemizde yarar var. Yoksa;“laiklik”“dinsizlik falan” değildir.
***
Bazıları, bu topraklarda, prangalardan söz eder. Açılan parantezi kapatmak isteyenle de olmuştu, olacak da… O prangaların ne olduğunu biliyoruz. Karanlıkta göz kırpmasına gerek yok. Yüzyılda yapılan ya da yapılmak istenen; İnişlerle, çıkışlarla dolu laik, demokratik, çağdaş ve “vatandaş” ortak paydalı bir “Türk” devletinin hayata geçirilme çabaları. İşin özeti bu…
***
Evet. O prangalar sayesinde, ben, “vatandaş” oldum. Fakat, bu parantezi kapatmak isteyen kadınlar olunca, çok acı. Zira, “adları” olmayan kadınlar da “vatandaş oldu, Cumhuriyetle. Bunları, Cumhuriyet sayesinde “adı var olan!” kadınların söylemesi çok garip, çok üzücü.
***
Evet. “Hepimizin fani vücudu bir gün toprak olacak ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak!” Göğsümüzü gere gere; “Yaşasın Cumhuriyet!”, diyelim büyük Atatürk’ün aziz hatırası önünde saygı ile eğilelim.