“Boş ver abi!” Bu lafı çok severim. Ama nedense, “boş veremiyorum!” Olaylar çok etkiliyor. Nasıl etkilemesin, şu yaşa geldik aynı teraneleri dinleyip duruyoruz. “Batı yakasında değişen bir şey yok!”.
Adam, yıllarca, defalarca yazdıklarımı, uyarıları bana satmaya kalkıyor. Ta, 2017’lerde gelen kriz eskilere benzemiyor.
**
Eskisi “V” şeklindeydi, vurdu çıktı, şimdiki “L” ye benziyor vuracak ama ne zaman çıkacağı belli değil, dediğimiz de bize gülmüşlerdi; “ne anlarsın derecesinde!” Tutuyorlar, şimdi bunu bana satıyorlar.
**
Aslında bunları söylerken, ciddi iktisatçı ve ekonomistlerin yazdıkları-çizdiklerinden hareket ediyordum. Öyle ya, formel bir iktisat/ekonomi yapmamış birisiyim ama az çok okuyup anlayabilirim. Hesaba kitaba aklım erer.
**
Bir ara dolar altı liraya falan çıkmıştı… İktidarın akıl daneleri, “bir liraya düşecek. Düşmezse yüzüme tükürün”, dediği zamanlar. Elimize bir miktar lira geçti, dolar almaya karar verdim. Bizim Yusuf Akdamar ile döviz büfesine gittik.
**
Sağ olsun; “Abi gel alma… Bu seviyede kalmaz düşecek!”, diye uyardı. Yanıtım şu olmuştu: “Sen ne diyorsun Yusuf. Bunun on katı param olsa yine döviz alırım. Öyle ya, aksi bir durum, yazdıklarımın, okuduklarımın yanlışlığını gösterir!” demiştim.
**
Keşke yanılsaydım da bir dolar bir lira olsaydı. Keşke… Ama mümkün değildi. Bu anlattıklarımdan sonra, “gel de boş verme!”
**
İnsanlar giderek yoksullaşıyor. Bırakınız birincisini, ikinci elini almak, büyük bir kesim için, ev ve araç almak hayal oldu. Ev kiraları el yakıyor. Ev sahibi, kiracı ne yapsın? İkisi de geçim derdinde. Allah’tan, kırıntısı da kalsa aile dayanışması var. Bir sokum ekmeği bölüşüyor. Ama bu da giderek azalıyor. Kavgalı olmayan aile neredeyse kalmadı artık. Asıl facia da burada.
**
Ama ne olursa olsun, “yine de boş vereceğim!” Çok sıkıldım, çok bunaldım. İnanın. Keşke bazı şeyleri bilmeseymişiz. O zaman birkaç fıkra anlatayım, hoşça vakit geçirelim.
***
Temel için babası dünürcü gitmiş... Hoş-beşten; izzet ikramdan sonra, baba kızı istemiş... Kız babası da; “İçkisi, sigarası, kumarı... var mı?” demiş... Baba; “Efendim hepsi var, sadece karısı yok!”
***
Mikroskop ile kadın arasında bir benzerlik varmış! İkisi de, olayları “büyütürmüş!”
***
Çok yazdığım bir fıkra: Balayı için Paris’e gitmişler... Dönüşte annesi kızına; “Yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat!” Kız içini çekmiş; “Ne anlatayım anne, tam bir ay otel odasının tavanından başka bir yer görmedim!”
***
Yine bilinen bir fıkrada benden: Anne oğluna dert yanıyormuş... “Recep, Şaban, Ramazan; bir de rahmetli baban; iki de evvelkisi, etti mi altı; Ah oğul ah, şu kadersiz anan hiç gün mü gördü?”
***
Lafın başında Temel’den söz açılmışken, yine onunla devam edelim... Temel ile Dursun, Newyork’a yüzerek gitmek üzere, Trabzon’da denize girmişler... Başlamışlar yüzmeye, ha babam de babam derken Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz ve Cebelitarık derken okyanusun derin sularında kulaç atmaya devam etmişler... Gece gündüz, git Allah git “Hürriyet Heykeli”’ni görmüşler... Temel, Dursun’a dönmüş; “Vallahi Dursun çok yoruldum, ben geri dönüyorum!”
***
Dursun, İdris ve Temel halkının başına dert olan büyük bir çukur için çözüm aramaktaymış. Dursun; ula bu çukurun yanına bir ambulans koyalım, düşenleri hemen hastaneye yetiştirilebilsin. İdris; bence çukurun yanına bir hastane inşa edelim ki düşenler hastaneye kolayca götürülebilsin…
Temel dayanamamış; ula ne safsınız, o kadar masraf edeceğimize bu çukuru kapatalım, hastanenin yanına bir de çukur açalım.
***
Herhalde, gerçi yok ama olmaz ya Kayserililer için benzeri fıkralar anlatsak, herhalde tefe koyarlar.
***
Müfettiş din dersinde öğrencileri imtihana tabi tutuyormuş. Bir öğrenciyi kaldırmış "ismin ne" oğlum deyince, "Fatih" yanıtını almış. Müfettiş de; "o zaman sen bize Fatiha suresini oku, bakalım". İkinciyi kaldırmış "aynı" soruya; "Kevser hocam" deyince "sen de bize Kevser suresi oku bakalım". Nihayet üçüncü öğrenciyi de kaldırıp ismin sorunca öğrenci; "Hocam ismim Yasin ama arkadaşlar bana aralarında kısaca Sübhaneke derler". Karıştırmayalım, “Sübhaneke” ayet/sure değil dua.
