KADİR DAYIOĞLU


BİZİM NESİL ÇOK MU ŞANSLI! (2)

Açık komşu kapısının önünden geçerken öksüren; hatta açık kapıyı kapatan büyüklerin, “mafya özentisi” olmayan delikanlıların olduğu Kayseri’yi elbette özlerim. Sizler de özlemez misiniz?


Bizim kuşak, çoklarına nasip olmayan, dönemler yaşadı. O nedenle yazacak çok şeyimiz var ama tembellik var serde… Dostlarımıza, yaşadıkları dönemleri, ilini, ilçesini, kasabasını köyünü, mahallesini, çevresini, komşularını, ailesini yazsa çok iyi olur.

 ***

Dünkü yazımı ve devamı olan bugünkünü o nedenle yazdım. Dünkünde, ailem ağırlıklıydı. Aslında, bu hikayenin benzeri, üç aşağı beş yukarı herkeste aynı...  Amacım, evvel emirde, çocukluk ve gençlik döneminde yaşadığımız hayatla ilgili bir kesit sunmak; saniyen, bizim “Yıldızlılar (YTÜ)” grubundan aldığım güzel bir yazı. Bunu da paylaşmak istedim. Bazı ilaveler yaptım… 

***

Öyle ya, bizler nesil; şairin dediği gibi; “Bağ-ı dehrin hem hazanın ve hem de baharını gören” bir nesil!  Şimdi, kırk iki yaşına gelen oğlum, o dönemleri anlatmamı ister. Zevkle, dinler…  Dostlar, torun bücür Alp de kulak misafiri olur. Çok hoşuna gider, “bir daha anlat dede!” der… Bizlere, “kelaynak kuşu” gibi bakıyorlar. Öyle ya, daha dünün böyle olabileceğine inanamıyorlar.

***

Alıntı şöyle; Eğer 1930 ile 1948 yılları arasında doğduysanız, son derece nadir bir gruba dahilsiniz: Bugün, sizin kuşağınızın yalnızca yüzde biri hâlâ hayatta. 77 ila 95 yaş arasındaki sizler, insanlık tarihinin yaşayan bir “zaman kapsülüsünüz”.

***

Ve işte bu nedenle: Zorluklar içinde doğdunuz. “Büyük Buhran”ın ardından geldiniz; savaşla sarsılmış bir dünyaya tanıklık ettiniz. Karneyle dağıtılan yiyecekler, alüminyum folyoların toplanması, her şeyin geri dönüştürülmesi… Hiçbir şey atılmazdı; her şeyin bir değeri vardı. Yere düşmüş ekmek, öpülüp alna konurdu. Öyle ya ekmek, nimetti… Nimeti çiğnemek günahtı… 

***

Sütçüyü hatırlarsınız. Taze süt kapıya bırakılırdı. Hayat, temel ihtiyaçlar etrafında dönerdi ve çok daha sadeydi. Otorite hem anne babadan hem öğretmenden gelirdi; mazeretlerin pek yeri yoktu. 

***

Hayal gücünüz oyun alanınızdı… Televizyon olmadan dışarıda oynar, lambalı, tek kanallı radyodan duyduklarınızla yepyeni dünyalar kurardınız. Aile, haberler ya da “radyo tiyatroları” için bir araya gelirdi. “Arkası yarınları!” iple çekerdik.

***

Teknoloji emekleme dönemindeydi. Telefon ortak kullanılırdı, hesap makineleri elle çevrilirdi ve bilgi kaynağı, iki gün sonra Kayseri’ye gelen İstanbul gazeteleriydi. Daktilo vardı, bilgisayar değil. 

***

Şehirlerarası, otomatik arama yoktu telefonlarda… İstanbul’u arayan birisinin karşısına Van çıkar; “Van, çık aradan!” esprisi yapılırdı. 

***

Evinde telefonu olmayanlara, PTT’den haberci gelir bisikletle; “Sizin falan yerden aradılar. Şu saatte PTT’ye gelin!”, derlerdi. Kırsal da ise muhtarda, belediyede, jandarma da manyetolu telefon vardı… 

***

Elektriği olan hemen hemen hemen köy yoktu. Büyük ilçelerde; akşam çalışan, gündüz susan dizel-jeneratör gruplar vardı. Şebeke suyu nerede! Mahalle çeşmeleri ve kuyular imdada yetişirdi. Kadınlar, zemherinin çat ayazında çocuk bezi yıkar, korka korka. Ya bir de çarşı ağası gelirse… Kadınlar nasıl yıldıysa, çarşı ağalarından; kızını istemeye gelenlere, oğlunun mesleğini sorduklarında, “keşke iki yıl daha okusaymış da çarşı ağası olsa olmaz mıydı!”, esprisi yaygındı…

***

Öğrenciler, PTT önünde bekler, para kağıdı doldurur, zarf üzerine adres yazar; harçlıklarını çıkartırdı. Öyle ya, henüz okuma yazma bilenler yaygınlaşmamıştı. İlkokul çocukları, büyüklerinin ağzından mektup yazar, sonunu; “Bu mektubu yazan Ahmet de ellerinizden öper!” notu düşerdi. Bu sayede, başka illerdeki akrabalarına, okula gittiği mesajı verirdi. Bayramlarda, yine PTT önleri, kartpostal satanlarla dolardı. Önemli iletişim aracı mektup ve kartpostallardı… 

***

Çocukluğunuzda bir istikrar vardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelecek parlak görünüyordu. Öyle ya, bizim nesil, Cumhuriyetin ikinci nesliydi. Fakirdik, fukaraydık, imkanlarımız kıttı ama umutluyduk.

***

Ne terörizm vardı, ne internet, ne de iklim değişikliği tartışmaları. Bu, insanlığa olan inancın, ilerlemenin ve iyimserliğin altın çağıydı.

***

Siz, şu dönemi yaşamış son kuşaksınız: Siyah-beyaz televizyon bir mucizeyken, Yollar henüz otoyol değilken, Alışveriş merkezi değil, şehir merkezi varken, Çocuk felci, verem, tifo-tüfis gerçek bir korkuyken; Anne babalarınız dünyayı yeniden inşa ederken, siz, umut dolu bir çağın içinde büyüdünüz. 

***

Barışı, ilerlemeyi, güvenliği gördünüz. Belki de bir daha asla yaşanmayacak bir dünya. Bu yüzden, eğer 77 yaşın üzerindeyseniz, içinizde taşıdığınız o sessiz gururu onurla yaşayın: “Zamanların en güzelini” yaşadınız. Ve hâlâ bunu anlatabilecek birkaç kişiden birisiniz.

***

Dostlar, yaşadığım geçmişin; yaşadığım Kayseri’nin imkansızlıkların ve fiziki yapısına asla dönmek istemem ama komşulukların, dostlukların, sevginin, saygının özlemini çekerim. 

***

Yetim, öksüz yalnız kalmaz, amcalar, dayılar kol kanat gerer. O nedenle, “Çocuk Esirgeme Kurumu” gibi kurumlara gerek duyulmaz; mahallenin büyükleri, konu-komşu, aileler arasındaki uyuşmazlıkları halleder; mahkeme kapısı çok az çalınır. Yaşlılar, kapı dışarı edilmez… Huzurevi diye bir şey bilinmez. Büyüklerin duasını almak, huzur verirdi insana…

***

Açık komşu kapısının önünden geçerken öksüren; hatta açık kapıyı kapatan büyüklerin, “mafya özentisi” olmayan delikanlıların olduğu Kayseri’yi elbette özlerim. Sizler de özlemez misiniz?