KADİR DAYIOĞLU


BİZİM NESİL ÇOK MU ŞANSLI? (1)

Bizim nesil çok mu şanslı? Tabii, çok farklı yanıtların verileceğini biliyorum.


Bizim nesil çok mu şanslı? Tabii, çok farklı yanıtların verileceğini biliyorum. Ben, “evet” diyenler cümlesindenim. Zira, herşeyi gördük, yaşadık. Ama özellikle çocuklu ve ilk gençlik yıllarını yaşamak istemem; Şehrin “yerlisi” ve az çok varlıklı bir ailenin çocuğu olarak söylüyorum. 

***

1945 doğumluyum, Kızılören/İncesu köyünden gelmiş merkeze, atalarımız. Rahmetli, baba tarafından dedem, 1881 doğumluydu… O, köyünü bilmezmiş; rahmetli peder söylemişti. Dip dedelerimiz de Göller Bölgesinden gelmiş. Hüseyin Cömert söyledi, “Çöplüoğlu Yörüklerindenmişiz!” Tabii, bunu Hocamız söylerken, “Avşar taifesinden” olduğumuzu da ihmal etmedi. 

***

Demek ki, en az üç kuşak merkezdeyiz, Gülük Mahallesindeniz… İki bağımız, merkezde bahçemiz, iki evimizi ve rahmetli dedemin, Kapalıçarşıdaki, yemenici dükkanını anımsıyorum. “Yemenici Kadir Ağa” derlerdi. Ustası, bir Rum hemşerimizmiş. Yemeni “çevirmeyi” ondan öğrenmiş... Kışın, koz haline gelmiş mangal kömüründen, titreye titreye ısındığını anımsarım.

***

Rahmetli Babam, “Elektrikçi Dayı” ismi ile maruf. Hava İkmal Çırak Okulu mezunuz. Çok saygın insan ve çok iyi bir ustaydı. Elektrik motoru sarardı… O nedenle, Avanos, Şarkışla, Gemerek dahil, Kayseri’nin çok köy ve ilçesinden sayısız tanıdıkları vardı. Çok zeki, müthiş bir hafızası vardı. Kitap kurduydu. !950-1960 şartlarında, güzel bir kitaplığı ve bine yakın kitabı… Hem de ne kitaplar… Adeta bir servet yatırmıştı, kitaplara… 

***

Telefonumuz vardı evimizde ve işyerimizde…. Telefon, bir statü ölçüsüydü… İğne oyalı, kanaviçe örtülü, lambalı radyomuz, odanın en mutena yerinde dururdu. Spikerin, şarkıcı ve türkücülerin, radyonun içinde olduğu sanılırdı. Markası da, “Nordmende”… Gün gibi hatırımda, elektrik abone numaramız, “222”… Mahallemizde, ilk şebeke suyu alanlardandık… 

***

Anne tarafım, Hasağalar’dan… Manisa Alaşehir’den gelmişler, yıllar yıllar önce. Hâlâ orada “Hasağa çiftliği” varmış. Aynı soyadı taşıyan aileler de… “Çakalız” da büyük bir ev, Hasandağı’nda büyük iki bağ ve dedemin, hatırlamam, fırını varmış. Sonra, “Hasağaoğlu” soyadını almışlar. Düvenönünde, Arif Molu benzinliği yanında büyük bir zahire dükkanı vardı. Bir de 1952 model (Şavrole) kamyonu. Bununla, zahire taşırlardı… Rahmetli İsmail dayım, bazen beni de alırdı yanına, yük almaya giderdik. 

***

Eşim, merhum halıcı H. Bekir Cavcav’ın kızı… Oldukça zengin… 1950-1960’lı yıllarda son model Amerikan arabası var. Bekir ağa çok eli açık, mürüvvetle bir insanmış. Şimdi bizim kullandığımız, Hisarcık’ta ki bahçe de, ondan intikal bize… Yine Hisarcık’ta birkaç tarla ve üzümlük; Hacıvelet’te ve Aydınlıkevler’de birer ev… Halıcı olduğu için, bir çok yerde “işliği”…. Kayınpeder öleli, elli sekiz yıl olmuş. Hâlâ Hisarcık’ta, rahmetle ananlar var. “Ağa adamdı!”, derler. 

***

Kayınvalidem, rahmetli Ayşe anne, Eskibedesten Mahallesinden, Attaroğullarının kızı… Çok güzel insandı, yedirmeyi, içirmeyi severdi vesselam. Cümlesine rahmet diliyorum.

***

“Az çok zengindik!” derken, kastım buydu… O nedenle, 1940, 1950, 1960 ve hatta 1970’li yıllara, “tel dolaplı”, “toprak” damlı, “tokanalı”, “idare lambalı”, “gaz lambalı”, “iskembili”, bağda “yalın ayak” gezdiğimiz yıllara dönmek istemem özlemini çekmem ama “insan” ilişkilerine, dükkan, mahalle ve bağ komşuluklarına özlem duymamak ne mümkün. “Bakkal amcamız”, kapısın rahatlıkla çalıp; “Birkaç kibrit, biraz tuz, biraz şeker, bir parça ekmek istediğimiz, güzel komşularımız vardı. 

***

Hele hele bağ komşuluğu bambaşkaydı… Yardımlaşma had safhadaydı. Bağ komşuları, aradan ne kadar zaman geçse unutulmaz ama şehir komşularından çok azı kalır, belleğinizde… “Vapur (papur) yolunda” (Hisarcık yolu), ikindi akşam arası babalarımızı beklerdik. Öyle ya, yükle gelecekler… 

***

Zengin, fakir bir arada yaşardık… Bağ sınırları ise, iki üç katlı, taş duvardan olurdu. Belki de bu hırsızlara, doğaya ve hayvanlara karşı dayanışma duygusundandı. Çocukların en kıymetli yiyeceği de bazlama üzerine dökülen tuza ve kırmızı bibere sürülen sarımsak. Yanın da kayısı, dut ve üzüm çok güzel giderdi. Şimdi, nerede o parmak gibi dutlar, üzümler, kayısılar… Bir yaz boyu, yalın ayaklı yıllar.

***

Şimdi ise, bir apartman sığınmış, birbirini tanımayan komşulara sahibiz. Bağlar ise, “zengin-fakir” ayrımının yapıldığı mekanlar haline geldi. Nefes alınca duyulacak evler; iki metre yüksekliğinde duvarlarla çevrilmiş… Eskiden, arabası olan nadir kişiler, mutlaka komşularını da şehre götürürdü. Gelecek yükü olursa komşusunun, akşam getirirdi. Şimdi, ise, görmezlikten geliyorlar hatta tanımıyorlar…

***

Öğretmenlere, “eti senin kemiği benim!”, bir eğitim vardı. “Eliöpülesice” öğretmenlere, sevgi, saygı sonsuzdu… “Ağzını, burnunu kan çanağına çeviren” öğretmenini, yıllar, yıllar sonra gördüğünüzde, önünüzü ilikler, eğilir, elinden öperdiniz. Konuya yarın da devam edeceğiz…