KADİR DAYIOĞLU


BİR ZAMANLAR KAYSERİ

Kayseri’yi yazmaya, Kayseri’den insan manzaralarını anlatmaya devam edeceğim


Kayseri’yi yazmaya, Kayseri’den insan manzaralarını anlatmaya devam edeceğim. Öyle ya, gel de anma geçen günleri… Bir yaştan sonra, zaman su gibi akıyor, nasıl geçtiğinin farkına varamıyor; arkasından yetişemiyorsunuz. O nedenle yazmak gerekir. Hele hele insanlar hayattayken…Yoksa, bildikleriniz, sizinle, bir sır gibi mezara gider.

***

Bir tarihte, daha henüz AK Parti yokken, Refahlı Belediyelerle aramız çok iyiydi. Nedendir bilemem, AK Parti iktidarı ile ufaktan ufaktan uzaklaştılar, bizlerden… Sonra, “FETÖ” ile kol kola girdiler. Akşam sabah, birlikte bir hayat sürdüler. “17/25 Aralık’ta” bazılarının akılları başlarına geldi. Ama iş işten çoktan geçmişti, artık. Derken, FETÖ’nün15 Temmuz darbe girişimi geldi… Dün, FETÖ ile kol kola gezenler, lânet okumaya başladılar. 

***

İşte bugünlerden bir yağışlı bir gün, İstanbul’daydım… Bağdat Caddesi’nde merhum kayınbiraderin evine gideceğim. Akşamüzeri, Kocasinan Belediye Başkanı “Bekir abi!” aradı. Hal, hatır sorduktan sonra; “Kadir Bey, arkadaşlarla oturuyoruz. ‘Kös dinlemek’ deyimi ortaya atıldı. Bir sonuca varamadık… Bir de Kadir Dayıoğlu soralım dedik!”

***

Ben de bir telefon konuşması sınırı içinde anlattım. Bunu da merhum peder sık sık anlatır, ben de birkaç kez köşeme taşımış, “Boşuna anlatmayın, kös dinlemiş, bunlar!” demiş ama detaya girmemiştim. Muhtemelen, yazılarımdan mülhem bana sorma ihtiyacı hissettiler. Yoksa, ne diye ciddiye alsınlar ki beni? “Cep delik, cepken delik, kevgire dönmüş!”, bir âdemiz!..

***

Sıkılmazsanız, bir gözlemimi da aktarayım: 28 Şubat ve sonrasında Refahlı Belediyeler iyice bunalmıştı. Yerelde iktidardılar ama genelde ve bürokraside iktidar da değildiler. Bu durum için, doğal olarak, “geniş cephe” stratejisi geliştirdiler. Toplumun her kesimi ile sıcak ilişki içerisine girdiler.

***

Mesela, Başkan Mehmet Özhaseki, mesaide bile, sık sık Sanayi Odası’na gelirdi. KAYSO Başkanı da, partisi ile “Milli Görüşle” hiç mi hiç ilgisi olmayan hatta muhalifMustafa Çapar’dı. Vali Bey (Nihat Canpolat) de icabet etti mi, mutlaka okey masası kurulurdu. Ta ki, 2002’de AK Parti iktidar olana kadar, bu devam etti. 

***

Ondan sonra, Özhaseki Başkanı, bir daha, Sanayi Odası’nda görmedim. Çapar’dan sonra, bir yıl da Mustafa Boydak ile çalıştım. Görülen lüzum üzerine, iş akdimi fesh ettiler. Yani, “kovdular!” Gerekçelerden birisi, Samanyolu TV’yi eleştirmem. Kovulunca üçü de rahmetli Hasan Ali Kilci, AsafMehmetbeyoğlu ve Murat Yerlikhan bana sahip çıktı. Ticaret Odası’nın yürüttüğü bir “AB Projesi”nin başına getirdiler. 

***

Proje bitince, bir müddet danışman olarak devam ettim. İnanın, her gördüğü yerde “abi, abi!” diye iltifat eden, bana danışmanlık teklif eden Özhasekide görmezden gelmeye, görünce başını çevirmeye başladı. Neyse.

***

İsterseniz bir gözlemimi daha anlatayım. Yine o süreçte, Karatepe Başkanlık’tan ayrılmıştı. Birkaç eski dostundan başka arayan soranı kalmamıştı. Hele hele parti ileri gelenleri Şükrü Bey’den uzak durmayı yeğliyorlardı. Tabii, bunu sadece Karatepe yaşamadı, Sayın Abullah Gül de yaşadı.

***

Tarihini tam anımsayamıyorum. Bir gün, Kocasinan Belediyesi, Sümer sosyal tesislerinde, havuz başında, bir kitap tanıtım toplantısı tertip etmişti. Belediye Başkanı da Bekir Abi, namı diğer “ağır abi!”Epey bir kalabalık vardı. Katılımcılar arasında, Belediye Başkanları da… Karatepe Hocamız, toplantıya biraz geç gelmişti. Protokolün oturduğu sıraya doğru yöneldi. 

***

İnanın, birisi kalkar; “Buyrun Başkanım!” der sanmıştım. Nafile, Hocamız da, nâçarbir vaziyette, Memur Evleri tarafında, en uç sıraya oturmuştu. Uzaktan izlediğim için bilemiyorum, sanırım, bırakınız “Hoş geldin!”, diyeni, istifini bozan bile olmamıştı.

***

Mesela, Hocamız aday adayı oldu. Büyük bir delege oyu ile ve diğerlerine büyük fark atarak, birinci sıraya oturdu. Gel zaman git zaman listeler belli oldu. Karatepe’nin, birinci sırada olduğu haberi yayıldı. Ben de kendisini aradım, müjde verdim. Sanırım hatırlayacaktır. Pek inanamadı… İhtiyatla yaklaştı. 

***

Demek ki, bir endişesi varmış. Bir bildiği varmış! Kuşku duyduğu gibi oldu. Listeye giremedi. Giremedi ama sonra bir basın toplantısı yaptı, “yalnız başına!” Kimse, “Şükrü abi, Şükrü abi!” diye etrafında pervane olanların hiç biri yoktu, yanında… Ama birinci sırada olsaydı, pervane gibi dönerlerdi etrafında. 

***

Bu fakire gelince... Bir bardak çayından, bir fincan kahvesinden başka, bir şeyi kısmet olmayan ben, Sanayi Odası’nda çalıştığım bir sırada; 28 Şubat’ın kasıp kavurduğu günlerde, “Hapishanede” ziyaretine gittim; o gün bu gündür, her vesile ile ararım kendisini. Günlük yazılarımı da sürekli gönderirim. Sağ olsunlar okurlar. Zaman zamaan da değerlendirme yaparlar. Öyle ya; “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varmış!”

***

Gelelim konumuza… Efendim. Bilenler için anlatayım, “Kös dinlemek!”, deyimini… Biliyorsunuz kös; mehterdeki büyük volümlü davul olup, genel de at sırtında taşınır. Zamanın gelmiş at “emekli” olmuş. Azat etmişler… Mübarek hayvan da “imirin iti!” gibi ortalarda dolaşır olmuş. Bir gün zücaciyeciye girmiş. Ortalığı haşat etmeye başlamış. 

***

Dükkan sahibi çaresiz. Ne yapsa nafile. Aklına terazinin iki kefesini almış, eline. Zil çalara gibi çalmaya başlamış. Ha. Olur ya ürkek, dükkanı terek eder, diye… Yine nafile, at tınmıyor, ortalığı yakıp yıkıyor. Adamın kefe çaldığını gören ve geçmişini bilen birisi dükkan sahibini uyarmış: “Hemşerim, hemşerim boşuna uğraşıp durma. O, ömür boyu kös dinledi!”

***

Umarım anlatabildim. Ama niye anlattım. Şener Şen’in dediği gibi; “Bir de bana sorun!” Televizyonları açtığımızda, büyüklerimizin, sürekli iç ve dış düşmanlardan söz ettiğini, uyanık olmamız gerektiğini, sürekli söylüyorlar. Ama benim “kös dinlediğimi bilmiyorlar!”

***

Oysa bu söylenenler bana hiç de yabancı değil. 1957’den beri siyasete aklım erer. Bir ninni gibi dinledi bizim nesil, “iç ve dış düşmanlar!”, masalını. Vallahi, seksene ramak kaldı, hâlâ dinlemeye devam ediyoruz. Tutmasak; “bu kış komünizm gelecekti!” Ama ne gelen oldu ve ne de giden… 

***

Bu süreçte; konjonktüre göre, “iç ve dış düşmanlar!” değişti ama bir türlü nokta konmadı. İşte o nedenle, diyorum ki; “Bu fakir, o kadar kös dinledi ki, anlatılanları duymaz oldu. Bir kulağından giriyor, diğerinden çıkıyor!”

***

Ne bahtız nesilmişiz. İkinci harp de ana rahmine düşmüşüz. Aradan seksen yıl geçti, bir türlü yüzümüz gülmedi. İnanın, kuş uçmaz kervan geçmez dağlarda çoban olasım geliyor. Hiç olmasa dünyadan, olup bitenlerden, anlatılan masallardan haberim olmaz. Yani, “düşmanlar hep kabahatli de bizim hiç mi yok?”